Brüksel, II. Dünya Savaşı sonrasında kuruluna Bretton Woods Sistemi ile NATO ittifakı denkleminde, ABD hegemonyasından kurtulup bir türlü tam bağımsızlığını ya da stratejik muhtariyetini elde edemedi. Avrupa Birliği (AB), Washington’un etkisi altında dış politika ve güvenlik alanında hâlâ yarı manda konumunda hareket ediyor. Güvenlik alanında, NATO’ya bağımlı olan AB, ABD’nin savunma stratejilerine hemen hiç inisiyatif kullanamadan sıkı bir şekilde entegre olmuşken, ara sıra nükseden Brüksel eksenli stratejik özerklik vurguları, pratikte çoğu zaman etkisiz ve anlamsız kalıyor. AB, ABD’nin Çin ve Rusya’ya karşı sergilediği güvenlik, dış politika ve özellikle yaptırım siyasetine harfiyen uymak zorunda kalıyor. Ticaret ve teknoloji alanındaki çatışmalar ile korumacılık politikaları, ABD’nin Çin’e uyguladığı yaptırımları aynen takip etmesi, AB’yi pasif bir politika alıcısı konumuna itiyor ve bu durum, Avrupa’nın Çin ve Asya Pasifik Bölgesi’ndeki dinamik alana dair otonom, Washington’dan bağımsız stratejik seçenekler, etkili jeoekonomik açılımlar geliştirmesini engelliyor.
Rusya’dan Almanya’ya gelen ucuz ve rekabetçi hidrokarbon kaynak hattının sabote edilmesi sonucunda, AB, ABD’den daha fazla sıvılaştırılmış pahalı doğal gaz (LNG) ithalatı yapmakla kalmıyor, aynı zamanda enerji güvenliği sahasında da Washington’un mandası statüsüyle yaftalanıyor. Küresel finans sisteminde hâlâ devam etmekte olan doların hâkim rezerv para konumu ile ‘Swift Sistemi’ne dair Washington’un dayatmaları, AB’nin Amerikan finansal düzenlemeleri ve yaptırımları perspektifinde otonomi sahibi olmasını imkansız kılıyor. Avrupa ekonomisinin lokomotifi ve Frankfurt’ta AB Merkez Bankası’na (ECB) ev sahipliği yapan Almanya’nın “hâlâ işgal” altında olması, AB içindeki Amerikan askeri üsleri ile istihbarat kuruluşlarının etkinliği, Avrupa’nın güvenlik politikalarında bağımsızlık arayışını imkansızlaştırırken, Brüksel’in karar alma süreçlerinin Washington’ın stratejik çıkarları dışında yönlendirmesine imkan tanımıyor. Diğer taraftan, tüm bu faktörler, Avrupa’nın en azından bazı seçkinleri ve düşünürlerin içerlemesine yol açarak bağımsızlık arayışlarını tetikliyor. Bu durum, Brüksel’in stratejik özerklik arayış çabalarını güçlendirirken, pratikte bir başarı gözlemlenememekle birlikte, AB’nin Washington’a olan bağımlılığını kırma ve Sam Amca’nın sadık hizmetkârları konumundan kurtulma arzusunu da net bir şekilde ortaya koyuyor.
Bu kapsamda Fransa’nın eski ABD büyükelçisi Philippe Etienne, Avrupa Birliği’nin (AB), dünyanın iki büyük gücü olan ABD ve Çin arasındaki rekabetin ortasında kendine nasıl bir yol çizmesi, AB’nin gelecekte nasıl bir politika ve strateji izlemesi gerektiğini bir Raporda ( bu yılın Nisan Ayında (‘Schuman Report on Europe, the State of the Union 2024, 236. S)’ ) değerlendirerek Brüksel için seçenekler geliştirmeye çalışıyor.
ABD-Çin Ekonomik Gerginliği: Teknolojik Rekabet Temelli Bir Savaş
Etienne, ABD ve Çin arasındaki rekabetin sadece askeri veya ekonomik düzeyde değil, özellikle teknoloji alanında öne çıktığına vurgu yapıyor. Büyükelçi iki ülkenin de teknoloji alanında liderlik iddiasında olduklarını özellikle, yarı iletkenler, yapay zeka, biyoteknoloji ve yenilenebilir enerji gibi stratejik sektörlerdeki çok yoğun bir rekabet içinde olduklarının altını çiziyor. Etienne ABD-Çin Tekno rekabetini özetleyen şöyle bir cümle kullanmış: “ABD, Çin’in 5G alanındaki hâkimiyetinden şok olmuş ve teknolojik üstünlüğünü yeniden kazanmak için büyük bir sanayileşme çabasına girmiştir.” Bu bağlamda yazar, AB’nin de teknoloji alanındaki son derece önemli bir yere sahip olduğunu düşünüyor. AB’nin teknoloji üretimi ve yenilikçilik kapasitesini artırmasının, yalnızca kendi ekonomik bağımsızlığını sağlamanın ötesinde, ABD ve Çin gibi büyük güçlerle rekabet edebilme kabiliyeti açısından da stratejik bir gereklilik haline geldiğini, dahası, Avrupa’nın gelecekte nasıl bir teknoloji politikası izleyeceğinin, büyük güçler arasındaki konumunu belirleyeceğinin altını çiziyor.
ABD ile Çin arasında eşit mesafe mi? ABD’den stratejik özerklik mi?
Etienne’in makalesinde dikkat çektiği temel noktalardan biri, Avrupa’nın ABD ve Çin arasında “eşit mesafe” stratejisi gütmeye çalışmasının çok kolay olmayacağı. Avrupa, güvenlik politikaları ve demokratik değerler (!) açısından ABD ile derin bağlara sahip. Ancak Etienne, Avrupa’nın Washington tarafından Brüksel üzerinde bir nevi demoklasin kılıcı gibi daimi bir “sistematik hizalanmayı” da reddetmesi gerektiğini vurguluyor. Ancak biraz utangaç ve aynı şekilde ihtiyatlı bir şekilde ‘AB, Amerikan stratejik çıkarları doğrultusunda hareket etmek yerine kendi çıkarlarını korumalı ve bağımsız karar alabilme kapasitesini geliştirmelidir’ tespitinde bulunuyor. Etienne, AB’nin kendi egemenliğini ve stratejik özerkliğini koruma ihtiyacını vurgularken, şunları ifade ediyor: “Gerçek bir Avrupa egemenliği arayışı, tehlikeli bir dünyada Avrupalıların çıkarlarına en iyi şekilde hizmet edecek kararlar alabilme yetisini koruma amacından başka bir şey değildir.” Bu, AB’nin ekonomik güvenlik, savunma sanayisi ve teknoloji geliştirme gibi kritik alanlarda daha bağımsız hareket etmesini gerektiriyor. Kısaca Büyükelçi tam bağımsızlık değil daha fazla muhtariyet arayışına vurgu yapıyor.
Avrupa’nın savunma politikası ve ABD ile ilişkiler
Etienne’in makalesinde dikkat çeken bir diğer önemli nokta, Avrupa’nın savunma politikaları olup Rusya’nın Ukrayna’yla çatışması yazara göre, AB için askeri kapasitesini artırmanın gerekliliğini daha da netleştiriyor. Büyükelçiye göre AB, yalnızca ekonomik bir güç olmanın ötesine geçerek, aynı zamanda bir jeopolitik aktör haline gelmeli. Bu bağlamda Etienne, Avrupa’nın ABD ile ilişkilerini güçlendirmesi gerektiğini belirtirken, aynı zamanda bu ilişkilerin AB’nin bağımsız karar alma yeteneğini de sınırlamaması gerektiğini de vurgulayarak; “AB’nin daha güçlü bir demokratik müttefik olması, hem Atlantik İttifakı’nı güçlendirir hem de ABD’nin kendi stratejik önceliklerine daha fazla kaynak ayırmasına olanak tanıyacağının altını çiziyor. Ayrıca, Büyükelçi AB’nin ABD ile işbirliğini devam ettirirken Çin’in baskın olduğu stratejik değer zincirlerinde Brüksel’in ekonomik yerini sağlamlaştırması, AB’nin özellikle yeşil teknolojilerde Çin ile rekabet edebilmesi, Avrupa’nın küresel rekabetteki yerini belirleyeceğini de kalın çizgilerle vurguluyor.
Sonuç: AB’nin gelecekteki yolu
Philippe Etienne’in makalesi, Çin-ABD denklemi noktasında Brüksel’in gelecekte nasıl bir jeopolitik ve ekonomik strateji izlemesi gerektiğine dair önemli ipuçları sunuyor. Yazarın analizlerinden AB elitleri bilinçaltında Washington’dan tam bağımsız ve özerk bir Avrupa arayışının olmadığı görülüyor. AB’nin kendi stratejik özerklik ve bağımsız karar alma yeteneğini daha fazla geliştirdiği, küresel güç dengelerinde kendi yerini daha fazla sağlamlaştırdığı, bir yandan ABD ile güvenlik ve siyasi ilişkilerini aynen sürdürürken Çin’nin yarattığı ekonomik refah ve müşahhas tabirle ‘ekonomik modern değer zincirlerinden’ tam manasıyla yararlanmaya devam ettikleri bir denge özlemi göze çarpıyor. Bu ise yazara göre, teknolojik egemenlikten savunma politikalarına, ticaret stratejilerinden iklim değişikliğiyle mücadeleye kadar geniş bir yelpazede daha aktif ve daha bağımsız bir AB politikasını gerektiriyor. Özetle Avrupa’nın ABD ve Çin arasındaki bu büyük güç rekabetinde kendi çıkarlarını koruması, stratejik özerklik hedeflerine ne kadar ulaşabileceğine bağlıdır. Etienne, “AB’nin geleceği, kendi egemenliğini ve bağımsızlığını koruyabilme yeteneğinde yatmakta” olduğuna vurgu yapıyor. Ancak satır aralarında Brüksel’in ABD Mandası altından tamamen kurtulmaya pek hazır olmadığının ipuçlarını da veriyor.
Bu metin, Philippe Etienne’in ‘Schuman Report on Europe, the State of the Union 2024’, Editions Marie B., Nisan 2024, 236 sayfa, adlı eserde yayımlanan makalesinden esinlenilmiştir.