Dün açıklanan enflasyon verisi Eylül ayında her ne kadar yüzde 50’nin altına da insek, en basit hesapla reel faizimiz var desek bile, enflasyon hesabının ekonominin her paydaşı için aynı olmadığını gösteriyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, Eylül’de tüketici fiyatları bir önceki aya göre nerdeyse yüzde 3, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 49,38 arttı. Aylık enflasyon artış hızı nerdeyse yüzde 3 olması çok güçlü bir artış demek. Yıllık enflasyonun yüzde 50 altına düşmesi matematiksel olarak baz etkisinden kaynaklı, ama yüzde 3 aylık enflasyon gerçekten yüksek. Bunun nerden, hangi kalemden, ne sebepten arttığını çok tartışmaya gerek duymuyorum. Zira enflasyonun düşürülmek istendiği dönemlerde kimse detaylara bakmaz, herkes çıkan sonuca bakar. Bu yazıda da özellikle değinmek istediğim konu daha çok enflasyona ya da parametrelerine dair rakamlar değil, sorunu yaratan ya da sorunun kendisi olan sosyolojik, daha anlaşılır bir ifadeyle davranışsal, tetikleyici olan unsurlar diyebilirim.
Konuya tüketici enflasyonu ile başladığım için oradan devam edeyim. Aylık yüzde 3’lük artış, merak edenler ve duymamış olanlar için eğitimden kaynaklandı. Ama çıkan sonucun her neyin etkisiyle olursa olsun, ekonominin tüm paydaşlarının algısını etkilediğini bir kenara koymakta fayda var. Bu yazıda da tüketici enflasyonunun gelişinden ya da gidişatından ziyade düşmesine engel iki parametre olduğuna dair düşüncelerimi paylaşacağım. Bu katılığın ya da düşemeyişin ilk sebebi bence hizmet enflasyonudur. Kısaca buradaki yapısal sebeplere değinmek gerekirse; hizmet sektörü emeğe dayalıdır ve teknolojinin ilerlemesi ile işçilik maliyetlerini kolaylıkla azaltamazsınız, çünkü emek her türlü bu sektöre lazımdır. Ayrıca burada eğitimli istihdam da ya da bir başka ifadeyle uzmanlaşmış işgücü de şirketler açısından da ücret baskısı yaratır. Hizmet sektörünün emeğe dayanması, teknolojiden de bağımsız olarak üretkenliğin artmasını zorlu kılar. Bizim gibi turizm ülkelerinde; hele de turizm cari açık için çok belirleyici bir hizmet kalemiyken, döviz kurunu atlamamak gerekir. Her sektörde döviz kuru dalgalanmaları, bizi ülkemizde enflasyon açısından etkiliyor. Ancak şöyle düşünün, enerji ithal eden bir ülkeyiz. Döviz kurunun artması ithal girdilerden, enerjiye kadar birçok maliyeti artırıcı etki yapıyor. Tam tersinden bakarsak, bizim örneğimizde olduğu gibi döviz kurunun artmaması da hizmet sektörünün en önemlilerinden turizm açısından pahalı Türk Lirası ile diğer turizm ülkelerinden bizi daha pahalı hale getirerek dezavantaj yaratıyor. Tıpkı ihracatçılarda olduğu gibi…
Hizmet sektöründe ücret baskılarına kısaca değindim ama bu genele yayılmış bir durum… Zira enflasyon var ama yaşam maliyetleri hem geçmişe, hem de geleceğe yönelik beklentilere göre pahalı. Ücret baskısı herhangi bir eğitim seviyesinden, uzmanlık konusundan bağımsız hem çalışan hem de işveren tarafının tetikleyicisi. Yaşam maliyetleri yüksek ve yüksek kalmaya devam edecek beklentisinin ana gerekçesinin ise kira fiyatları olduğunu düşünüyorum. İnsanın en temel gıda ve barınma gibi iki ihtiyacı pahalı kaldıkça; ücret baskısı hissedilmeye devam edilecek. Daha biz gerçekleşen mi, gerçekleşecek olana mı bakmak lazım noktasında bile kararsızken enflasyon konusunda, insanlar basitçe maaşım kiram kadar artıyor mu diye bakıyor ve ev sahibi de ben bu evi satsam elde edeceğim faize ne kadar yaklaşırsa kiram o kadar iyi derken burada da başka bir sarmal oluşuyor.
Son olarak üretici enflasyonuna değinmek istiyorum. Hâlâ yüzde 30’ların üzerinde seyreden üretici enflasyonumuz reel sektör için parlak diyemem. Geldiğimiz seviyeden bağımsız, şimdiye kadar açıklanan bilançolar bize reel sektörde kârlılıkların, ciroların, marjların bir yandan düşmeye devam ettiğini gösterirken, yukarıda saydığım işçilik, enerji gibi maliyetlerde yukarı yönde riskleri canlı tutmaya devam ediyor. Döviz kuru yükselse belki ciroya yarar derken, dış talep bu sefer zayıf seyrediyor. Diğer yandan da hammadde başta olmak üzere ithal girdi fiyatlarını artıcı etkisiyle riskleri canlı tutuyor. Ancak en az bunun kadar önemli diğer konu finansman maliyetleri. Enflasyonu düşürmek için yüksek tuttuğumuz faizler, hem ciroyu yiyor, hem kârlılıklar düşüyor, bir de buna borçlu şirketlerin her gün artan yükünü yönetmeye çalıştığı faiz maliyetleri ekleniyor. Başta söylediğim sosyolojik, davranışsal vb. konuların üreticinin bu maliyetlerini tüketici fiyatlarına yansıtmasıyla ilgisi de olabilir belki, ama bir de bahsettiğim gibi gerçekten artan giderler var.
Açıklanan Eylül ayı enflasyon verisinin beklentileri aşması; birçok yabancı kurumun faiz indirim süreci için öngördüğü başlangıç noktasını ötelemesine sebep oldu. Dolayısıyla üretici açısından bahsettiğim açmaz önümüzdeki dönemde bir de arzı daraltmaya iterse, işin bu tarafından da enflasyonu konuşacağımız bir başka açmaza girebiliriz diye düşünüyorum.