Türkiye’nin son 10 yılı, tam bir yaşam deneyimi olarak geçti.
2013’te başlayan, 2015 yazında terör olaylarıyla, sonrasında darbe girişimiyle, arkasından sistem değişikliğiyle, her türlü ekonomik, jeopolitik kriz ve deneysel çalışmalarla dolu bir yaşam deneyimi.
Bu zorlu dönemlerin her birini çeşitli şekillerde atlatmayı başarmış olsak bile yaşanan her acılı deneyim, beraberinde “sükunet”, “barışçıl ortam”, “daha iyi yaşam koşulları” gibi arayışları hızlandırıyor.
Memleketi ne kadar severseniz sevin, bazı zaman memleketin de sizi sevdiğini göstermesi gerekiyor.
Mutluluğun değil mutsuzluğun istisnai olması gerekiyor. Kavga ve şiddeti değil barışçıl tartışmaları yüceltmesi gerekiyor.
Umutsuzların değil, hayalleri gerçek olanların memleketi olması gerekiyor.
Tüm bunlar için, memleketin halkına müreffeh yaşam koşullarını sağlayabilmesi gerekiyor.
Çocuklarına iyi ve geliştirici bir eğitim ortamı sunması gerekiyor. Geçen hafta dergimizde özel okul fiyatları üzerinden dikkatinize sunmuştuk bu tartışmayı.
Bizlerin zamanında devlet okullarında aldığı ilk ve orta öğrenim kalitesini yakalayabilmesi için çocuklarımızı yıllığı 500-600 bin liralık okullarda okutmaya çalışıyoruz.
Çok değil, beş sene önce bu paraya ev alıyorduk.
Çok değil, iki sene önce bu paraya otomobil alıyorduk.
Şimdi sadece 1 yıllık okul ücretine bu parayı veriyoruz.
Çocuklarımızı eğiten öğretmenlerimizin yaşam standardına bakıyoruz; bu bedelin karşılığını göremiyoruz. Öğretmenlerimizin kendilerini geliştirmek adına alabilecekleri eğitimlere ayıracak kaynakları yok.
Sadece geçinmeye çalışıyorlar. Türkiye’deki hemen herkes gibi öğretmenlerin de sadece yaşamaya, günü geçirmeye vakti, zamanı ve imkanı kalıyor.
Aynı şey, Türkiye’nin yüksek öğretim akademik kadroları için de geçerli. Fulya Öktem’in hazırladığı dosya, bu açıdan çok çarpıcı. Memleket, sevgisini pek kimseye göstermediği gibi, akademisyenlerine de göstermiyor.
Yapılan son yılbaşı zammı öncesinde devlet üniversitesinde görev yapan bir profesörün aldığı maaş 48 bin liraydı.
Türk-İş’in açıkladığı 30 Aralık tarihli “Yoksulluk sınırının” 47 bin lira olduğu yerde. Son zamlardan sonra devlet üniversitelerinde profesör maaşı 72 bin lira oldu (Bu arada araştırma görevlisi maaşı, zamla geldiği 47 bin lira ile şu anda yoksulluk sınırında). Özel üniversitelerin bazılarında bunun bir parça dahaüstü ücret bulabiliyorsunuz.
Ama eğer en seçkin birkaç üniversitede hoca değilseniz, sizi refaha yaklaştıracak bir gelire ulaşamıyorsunuz.
İstanbul’da fiyatı ortalama 5,3 milyon liraya ulaşan 120 metrekarelik bir daireyi kaç aylık maaşınızla alabilirsiniz?
İstanbul’da ortalama 17 bin 500 liraya gelmiş kira maliyeti maaşınızın yüzde 35’ine ulaşmışsa, araştırma görevlisi olarak nasıl geçinebilirsiniz?
Ömür boyu okuyor, bilim için çabalıyor, aydınlık için mücadele ediyorsunuz.
Öğrencilere anlatıyor, onları hayata hazırlamaya çalışıyorsunuz.
Aylarca uğraşıp bilimsel makale üretiyor, bilimsel fayda sağlamak için emek veriyorsunuz. Karşılığında alanınızda bilimsel çıktı üretip, öğrencinize kazandıracağınız bilgiyi edinebileceğiniz bir uluslarası konferans ya da sempozyuma katılacak kaynak bulamıyorsunuz.
Ancak proje peşinde koşmak, dekan ya da rektörün insafıyla, size bakışının “objektifliğiyle” kendinize alan açmak zorunda kalıyorsunuz. Akademik ya da siyasal görüşünüz uyuşmuyorsa zaten bu alanı da açamıyorsunuz.
Peki ya sonuç?
Gidebilen arkasını dönüp gidiyor.
Nereye gidiyor?
Kimisi yurtdışı üniversite imkanı arıyor, bulabildiği her fırsatı değerlendirip yurtdışına gitmeye çalışıyor.
Gidemeyen, gelirini artırmak için burada formül üretiyor. Kimisi bilirkişilik yapıyor. Kimisi danışmanlık vermeye çalışıyor.
Kimisi farklı sivil toplum kuruluşları ya da şirketlerde kendine ek gelir üretmeye çabalıyor. Hakça gelire ulaşabilmek adına bilimden uzaklaşıyor, okuldan uzaklaşıyor. O yüzdendir ki, Prof. Dr. Ufuk Akçiğit ve ekibinin yaptığı harika araştırmanın gösterdiği gibi bizde akademik unvan yükseldikçe bilimsel çıktı azalıyor.
Bu gidişat, Türk akademi hayatını içinden çıkılmaz bir uçuruma doğru götürüyor. Mühendislik, bilişim gibi ilgi gören alanlarda okuyan gençlerden, akademide kalmak isteyen bulmanız neredeyse imkansız hale geliyor. Böyle giderse bir süre sonra, birçok teknik alanda ders verecek hoca bulamaz hale gelme riskimiz var.
Çünkü bir jenerasyonu bazı alanlarda akademisyen çıkaramadan geçirme riskimiz oluşuyor.
Hepimiz memleketimizi çok seviyoruz.
İyi olmasını istiyoruz.
Ama bir yandan öğrencisi...
Diğer yanda hocası kaçıyorsa...
Sanki biraz da memleketin bizleri sevmesi gerekiyor...