Temmuz-Aralık döneminde tüketici enflasyonu yüzde 36 idi.
Asgari ücret son yapılan yüzde 49,2’lik artışla birlikte 17 bin liraya çıktı.
Özel sektörde de şirketlerin önemli bir bölümü ücret artışlarını kabaca asgari ücret civarında yaptı.
Elbette sektörüne veya şirketin durumuna göre üzerine çıkanlar ya da altında kalanlar var.
Ocak ayı enflasyonu yüzde 6,7 oldu.
Demek ki, Temmuz-Aralık dönemindeki enflasyonun üzerine refah payı olarak verilen 13 puanın yarısı, bir aylık enflasyon ile eridi, gitti.
Son dört zam döneminden bu yana döngü değişmiyor.
Emekçi, refah payını ya da enflasyon farkını aldığının ilk iki ayını mutlu geçiriyor.
Sonrasında ise ücret artışlarının fiyatlara yansıtılmasıyla birlikte enflasyon ısırmaya başlıyor.
Maaş üçüncü aya kalmadan eskimiş oluyor.
Göz hemen yeni gelecek enflasyon düzeltmesine ya da ara zamma dikiliyor.
Nasıl dikilmesin?
Açlık sınırı 15 bin liraya, yoksulluk sınırı neredeyse 50 bin liraya çıkmış.
Yani ne kadar ücret artışı olursa olsun, emekçi mutlu değil, mutsuz.
Asgari ücretin işverene maliyeti ise 23 bin 500 lira.
Rakam böyle olmakla birlikte, Türkiye’de üretimde çalışanların önemli bir bölümünün işverene giydirilmiş maliyeti bunun çok üzerinde.
Örneğin son altı ayda üç kez gittiğim Gaziantep’te sanayiciler şehirde asgari ücretli çalışanın neredeyse kalmadığını belirtiyor.
Hatta katma değerli sektörlerde giydirilmiş emek maliyetinin bin 200 dolarlar civarında olduğunu belirtiyorlar.
Sendikalı sektörlerde ücret artışları da bu oranların çok üzerinde gerçekleşiyor.
Mesela Metal Sanayi’nde yıllık yüzde 157,4, Hizmet-İş’te yüzde 166 gibi bir ücret artışından söz ediyoruz.
Örneğin inşaat gibi normalde girdi yoğun olan bir sektörde, emeğin toplam maliyetler arasındaki payının yüzde 10’ların üzerine geldiğini görüyoruz.
İşçilik maliyeti yükselen, enerjiden diğer kalemlere kadar tüm üretim maliyetleri artan üreticiler de bu durumdan mutlu değil.
Hemen her gün farklı bir sanayici dostumdan benzer şeyleri duyuyorum; “Üretmenin bir anlamı kalmadı. Bu kadar uğraşıp, bu kadar insanın sorumluluğunu alıp sürekli enflasyonun altında kalan bir marjla çalışmanın anlamı yok ki. Satıp parayı kullanmak çok daha avantajlı.”
Bu tür dönemlerde böyle serzeniş ve vazgeçişleri duymak doğaldır, alışığız.
Önceki dönemlerde de olur, hayat hızlı normalleştiği için herkes işinde kalırdı.
Ama sürekli ve düzelmeyen enflasyonist ortam bu dönemi öncekilere göre ayrıştırıyor.
Alıcısını bulabilen anında bırakıp gidiyor.
Gerçekten kapatıp gideni de, işini yurtdışına taşıyanı da, satıp kaçanı da var şu anda.
Emek emek biriktirilmiş sermayenin, iş birikiminin bu şekilde yok oluşuna şahitlik etmek çok acı.
Yani işveren de mutlu değil.
Devlet ise patlamış olan enflasyonun yarattığı tahribatı kompanse edebilmek adına verdiği destekleri sürekli olarak artırmak zorunda kalıyor.
İşverene sağlanan asgari ücret desteği 700 liraya çıkarılırken, ücretlerin asgari ücrete kadar olan kısmını vergiden muaf hale getiriyor.
Tüm bunların bütçe üzerinde yarattığı muazzam bir maliyet var.
Dolayısıyla devlet de mutlu değil.
Kısacası, emekçiyi de işvereni de devleti de mutsuz kılan bir döngü var. Bunun temel gerekçesini enflasyon oluşturuyor.
Fiyat istikrarının birincil önemde olması bundan.
Yani döngüyü kırabilmenin ilk koşulu enflasyonu düşürecek hamleyi yapabilmek.
Çünkü enflasyonun düşüşü bize ufku daha rahat görmeyi ve orta vadeli plan yapabilmeyi sağlayacak.
Ancak tek gereklilik bu değil.
Enflasyonu en iyi ihtimalle gelecek üç yıl içinde tek haneye düşürdüğümüzde bile sorun çözülmüş olmayacak.
Çünkü Türkiye’nin kalkınmayı gerçek anlamada sağlayabilmesi için verimlilik esasına göre hareket edebilecek bir ekonomik yapıya kavuşması gerek.
Ülkenin toplam faktör verimliliğini yükseltebilecek, harcadığı ile elde ettiği arasındaki dengeyi lehte artırabilecek bir ekonomi yapılanmasına ihtiyacı var.
Kilogram başına ihracatın artırılmasından tutun, katma değerli ürünlerin öncelenmesine, iş gücünün teknolojik gelişimler dikkat alınacak şekilde yetkinliklere kavuşturulmasına, arkadan gelen gençlerin doğru yetkinlikler ile donatılmış şekilde eğitim hayatını tamamlamasına kadar.
Yapacak çok işimiz var. Ama önce eskimeyen maaş yapmamız lazım.