Seçim sonrasına dair rivayetler muhtelif. Hemen herkesin aklında aynı sorular var. Bu sorular genellikle belediyeleri kimin kazandığından çok, ekonomi politikasının değişip değişmeyeceğine odaklanıyor. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in yaptığımız röportajdaki ifadeleri, bu konuda çok net bir kararlılık içeriyor. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın mesajları da aynı vurguyu yapıyor.
Ancak geçmiş tercihler nedeniyle endişesi sürenler, seçim öncesi döviz pozisyonu almaya çalışıyor. Şirketlerin, özellikle de ihracatçıların seçimden sonra kurun yükseleceğine dair beklentileri var. Dolayısıyla bugünden döviz almayı tercih ediyorlar. Bunu da spottan döviz olarak almak yerine, forward işlem ile yapıyorlar.
Bankalar, şirket ile yaptığı forward işlem karşılığında kendi pozisyonunun açık kalmaması için piyasadan döviz talep ediyor. Bunun yarattığı döviz talebinin önüne geçmek için Merkez Bankası uzun bir aradan sonra TL uzlaşmalı döviz kontratlarını kullanmaya başladı. Bu taahhütlü satışta uzlaşma TL olduğu için, kur farkı TL ile ödeniyor. Dolayısıyla ekstra bir döviz talebi oluşmadan bu talep karşılanabiliyor. Uygulamanın ilk üç gününde 475, 463 ve 423 milyon dolar tutarlı işlemler ile talebin karşılandığını gördük. Bunun dışında hanehalkının bir bölümünün de dövize dönme eğiliminin arttığını görüyoruz.
İçinde hem TL’den dövize dönen bir miktar yatırımcı hem de KKM dönüşü olduğunda TL yerine yeniden dövizi tercih edenler var. Hane halkı dövize döndükçe, (döviz kredilerine talep nispeten düşük olduğu için) bankaların elinde fazladan döviz oluşuyor. Bu dövizi park etmeleri için uygun adres yine swap piyasası oluyor. Dolayısıyla piyasa Merkez Bankası’nı, sabrını ve reel değerlenme söylemini test ediyor gibi görünüyor. Merkez Bankası’nın duruşu ise farklı. Politika faizini yüzde 45’e çıkarmış, ancak bunun etkinliğini tam olarak hissettirememiş. Likidite koşullarını sıkılaştırmak için çeşitli imkânlarını kullanmış, ancak geçmiş dönemin yarattığı koşullardan kaynaklanan likidite fazlasının kontrolünü yeni eline alabilmiş.
Yani aslında kademe kademe yapılan faiz artırımları ile birlikte politika faizi yüzde 45’e çekilmiş olsa da, piyasa faizlerinin bütününün bunun çevresinde oluşması ancak yeni sağlanabilmiş durumda. Faiz artırımlarına kredi faizleri hızlı şekilde tepki verdi. Ancak mevduat faizleri ancak yapılan son zorunlu karşılığa nema düzenlemesinden sonra politika faizi seviyesine gelebildi. En çok kullanılan 1-3 ay arası mevduat faizi son haftada yüzde 53’ün üzerine çıkmış görünse de, bunun bir kısmı Döviz Dönüşümlü Mevduat’tan dönenlere verilen tek seferlik yüksek faizden kaynaklanıyor.
Şu anda 1-3 ay arasındaki faizler yüzde 44-46 arasında; yani politika faizi çerçevesinde oluşuyor. Keza bono piyasasında da faizler ancak son birkaç haftada politika faizi civarında belirginleşti. Faizin etkinliğini azaltan likidite fazlası ise yapılan düzenlemelerin ardından şu an için ortadan kalktı. Yani likiditede ipler Merkez Bankası’nın eline yeni geçiyor.
TCMB, piyasada dönen parayı daha da sıkılaştırmak adına kredi büyümesini daha da aşağı çekici düzenleme gerçekleştirirken, büyüme sınırının üzerinde kalan krediler için hem menkul kıymet tutma hem de zorunlu karşılık uygulaması getirdi. Yani aslında ekonomi yönetiminin gözünde sıkılaşmanın hissedilmeye başlanacağı döneme ancak gelebildik. Ancak piyasanın, hanehalkının ya da şirketlerin bu kadar sabrı var mı, onu öngörmek zor.
Merkez Bankası’nın önceliği, seçime kadar bu talebi yönetmek. Seçim sonrasında ise sıkılaşmanın çok daha hissedilir hale geleceğini söylemek mümkün.
Seçime hazırlanmak mı yoksa seçim sonrasında oluşacak sıkılaşma ortamına hazırlanmak mı daha önemli; iş dünyasının karar vermesi için 3 hafta kaldı.
45’liğin ilk yüzünü dinlemek için 3 haftamız var. Bakalım diğer yüzünde çalan müzik nasıl olacak...