Birkaç Cümle Yetebilir…Türkiye geçtiğimiz yılın Haziran ayında yapılan seçimler sonrasında “rasyonel ekonomi politikasına geçiş” tercihi yaptı.
Zira önceki politika, yüksek enflasyon, yönetilebilir olmaktan uzaklaşan bir cari denge, kontrol alanı arşa ulaşmış bir kredilendirme politikası, kaynak maliyetinin gerçeklikten uzaklaştığı bir mevduat, tasarruf yönlendirmesi, artık kontrollü izne tabi hale gelen bir döviz transferi bileşimi yaratmıştı.
Hemen herkes rasyonel bir politikaya geçilmesi gerektiği konusunda hemfikirdi. O nedenle politika değişimine piyasa tepkisi olumlu oldu.
Bir miktar yabancı girişi gördük. İçerde TL’ye dönüş eğiliminin hızlandığına şahit olduk. KKM’nin gerilemeye başlaması da bu açıdan önemli göstergelerden biri oldu.
Ancak zaman içinde oluşan birkaç sorun, yerel seçimler öncesinde politikanın istenen sonuçları üretmesine izin vermedi.
• Politika faizinin kademeli artışı, sıkılaşmanın etkisini önemli ölçüde azaltan bir faktör oldu. Hızlı bir yavaşlama yerine yavaş ve kademeli yavaşlama yaklaşımı enflasyonun düşüş hızının beklendiği gibi olmamasıyla sonuçlandı.
• Önceki politika yapısının kırılganlık konusu rezervler olduğu için, swap kanalı fazlasıyla kullanılarak iletişim bunun üzerinden kurgulandı. Swapın brüt rezerv üzerindeki etkisi başarı göstergesi olarak aktarıldı, ancak bir yandan da faiz arttığı sürece bankalara arbitraj imkanı verdi. Bu nedenle oluşan likidite fazlası parasal aktarımın etkinliğini azaltan bir faktör oldu.
• İletişim açısından rezervi yükselirken çok dillendirmek, kuru tutmak için harcanan kaynak ve swapların azalması nedeniyle rezerv düşmeye başladığında da tam tersine etki yarattı.
• Ücret artışlarının yüksek belirlenmesi, enflasyonist baskıyı artıran bir faktör olarak karşımıza çıktı. Yüksek enflasyon altında zorlanan halk talebinde haklıydı elbette, ancak maaş-enflasyon döngüsü bir kez daha belirginleşti.
• Deprem etkisi, seçim öncesi harcamalar, önceki seçim döneminde verilen taahhütlerin yerine getirilmesi, bütçe politikasında ister istemez genişleyici kalma sonucunu doğurdu.
• Yurtdışında faiz indirim hızına dair olumlu giden son çeyrek beklentileri, bu yıl ile birlikte tersine döndü. Gelişen ülkelerden 5 milyar dolar kadar tahvil çıkışı yaşandı. Yerel paralar üzerine açılan long pozisyonlar kapanmaya başladı. Giriş beklerken, ibre çıkışa döndü. Son hafta bono ve hisseden toplam çıkış tutarı 552 milyon dolar oldu. Tahvildeki 252 milyon dolarlık satış, Mayıs 2022’den bu yana görülen en yüksek haftalık yabancı çıkışı oldu.
• Yüksek gelen Ocak ve Şubat enflasyonları, dezenflasyon beklentilerini bozdu. Merkez Bankası’nın yüksek gelen enflasyona ve istenen sıkılığa ulaşmadığı düşünülen enflasyona faiz artırımı yoluyla mukabele etmekte zorlanabileceği algısı, yabancı yatırımcının görüş netliğini azalttı.
• Bunlar sonrasında hem yerli hem yabancı yatırımcıların gözünde yüzde 45’lik politika faizinin yeterli olamayabileceği algısı güçlendi. Fitch, BofA, Deutsche Bank raporları bunu ortaya koyarken, içerde de faiz artırım beklentisi büyüdü.
• TL mevduatın zorunlu karşılıklara nema ödemesine kadar politika faizinin altında kalması, sonrasında likidite fazlası nedeniyle istenen seviyelere ulaşamaması, dövize yönelimi artıran unsurlardan biri oldu. Mevduat faizleri artık yüzde 50’lerin üzerinde, ancak bu arada “seçim çekincesi, TL cazibesinden daha etkili bir motivasyona” dönüştü.
• Geçen seçim öncesinde sabitlenmiş kurun şimdi de benzer şekilde sabit gidişi, seçim sonrasında kurun yükselebileceği kaygısı nedeniyle hem kurumsal hem bireysel döviz talebi yarattı. Kurumsal talep geçen hafta belirttiğimiz gibi vadeli TL sözleşmeleri ile ötelendi, ancak bireysel yatırımcı talebi bakî kaldı.
Tüm bu gerekçeler, Merkez Bankası’nı aslında uygulamak istemediği önlem paketlerine yönelmek durumunda bıraktı.
Kredi büyüme sınırlamaları, kredi limitlerinin düşürülmesi, bankalara verilmiş TL ve döviz hedefleri çerçevesindeki uygulamaların sıkılaştırılması, zorunlu karşılıklara hızlı bloke uygulamaları, kredi kartı nakit avansına getirilen sınırlama…
Tüm bunlar likiditenin kısılması ve dövize gitme olasılığı bulunan TL’nin ya azalması ya da daha pahalı hale gelmesi için kullanılan yöntemler oldu.
Bunca gerekçe saydık, ancak elbette hem hane halkının hem kurumsalların en büyük kaygısı, seçim sonrasında ekonomi yönetiminde veya ekonomi politikasında bir değişiklik olup olmayacağına dayanıyor.
Ekonomi yönetiminden gelen mesajlar bu konuda bir kaygı olmadığını gösteriyor.
Şu anda ekonomiye döviz akımı açısından yönetimi zorlayacak bir tablo da yok. Tek sorun bireysel döviz talebini ve beklentilerini yönetebilmek.
Bunun tek sorun olması, önemsiz olduğu anlamına gelmiyor elbette.
Çünkü korkan insana kaynak dayandırmak mümkünse bile çok maliyetli.
O yüzden talebe, para politikası üzerinden yanıt vermeye çalışmak, sadece seçime kadar sonuç yönetmeyi getiriyor beraberinde.
Dövize yönelime neden olan en büyük kaygıyı ortadan kaldıracak tek bir açıklama, seçime kadar kaybedilebilecek kaynağa, alınması gerekecek birçok önleme gerek bırakmayabilir.
Bugün konuşulan birçok sorun, yerel seçim sonuçlarının ekonomi yönetimi ile bağlantısını koparacak birkaç cümle ile çözülebilir.
Sonrasında ağaç yerine ormana bakıp, para politikası-enflasyon ilişkisine yeniden odaklanabiliriz.
Böylece sonuçları yönetmek yerine sorunu ortadan kaldırmış olabiliriz.