Dünden bugüne herkesin malumu olduğu üzere Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), haftalık repo faizi olan politika faizini yüzde 50 seviyesine çıkardı. Eminim sosyal medya kullanıcıları dünden bugüne bu cümleyi yüzlerce kez okumuştur. Ancak bu yazının konusu; TCMB’nin muhatabı olduğu bankalar değil; bankaların muhatap olduğu reel sektör şirketleri.
Bilindiği gibi Merkez Bankası’nın politika faizi olarak bildiğimiz araç; bankalara ödünç verilen paranın faizidir. Bankalar ise kendi marjlarını üzerine koyarak bizim kredi faizimizi belirler. Burada geçen “bizim” ifadesini ise bireyler ve tüzeller olarak ikiye ayıralım. Tüzel kişiler; yani şirketler, gerekli kriterleri bankalar nezdinde karşılıyorsa, bugün kullandıkları kredinin yıllık bileşik faiz maliyeti yüzde 70’leri dünkü kararla beraber aşmış oldu.
Bir şirketin var oluş amacı kâr elde etmesidir. Biz bu kârlılığı görebilmek için ilk olarak bir şirketin FAVÖK marjına ve borçluluğuna bakarız. Buraya bakarak şirketin borçlarını ödeme kabiliyetini ölçmeye çalışırız. Ancak bu göstergelere gelmeden şartların artık her şirket için zor olduğunu söylemek yanlış olmaz. Borsa İstanbul’da işlem gören sanayi şirketlerinin FAVÖK rasyosu ağırlıklı olarak yüzde 15 civarında bulunuyor. Dolayısıyla yüzde 15 kârlılıkla çalışan bir şirketin, yüzde 70’lerle ödünç aldığı parayla varlığını sürdürmesi elbette zorlaşır.
Türkiye’de sanayici olmak ciddi direnç ve sabır gerektirir. Finansına gelmeden sanayicimizin şu an yaşadığı güçlüklere baktığımızda, Avrupa Birliği’ne ihracat yapmaya devam edebilmek için uyum sağlamaya çalıştıkları enerji dönüşümünden tutun da, personelden emtiaya artan maliyetlerine kadar bir sürü problem sayabiliriz.
Ülkemizde şirketlerimizin yönetimlerinde üçüncü kuşaklarına kadar devam ettirdikleri ömürlerinde büyüme hikâyelerini çoğunlukla dış finansmanla yazdılar. Çünkü enflasyona kani olan ülkemizde; başkasının parası, kendi paramızdan genelde daha ucuz oldu. Bu yaklaşım zaman zaman ülke dışına da çıktı, yurt dışından para bulmanın kolay olduğu dönemlerde değerlendirildi elbette. Ama tüm dünyanın salgın sonrasında mücadele ettiği; bugün günümüzde hala ipleri gevşetmeyi riskli gördüğü para politikası ortamında dünyanın her yerinde artık para pahalı.
İşte böyle dönemler konsolidasyon dönemleridir. Nakit zengini değilseniz, mevcut operasyonlarınızı aynı kârlılıkla devam ettiremezsiniz. Kâr değil, ar yılı dersiniz. Ama bazen o da yetmez. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde; nakit zengini olan şirketler için şirket satın almalarının, nakit akışı zayıflayanların satış yapma isteğinin doğduğunu göreceğimiz zamanlara yaklaştık diyebiliriz.
Ekonominin doğası dengeyi bulmaktır. Ancak o denge noktasına ulaşmanın maliyeti, nakit akışında bozukluk olanlar için ağırlığının yetmediği noktalara gelmiş bulunuyor. Şirketlerimizin mevcut durumdaki borçluluk ve kârlılıklarına baktığımızda gördüğüm resim şu ki; büyük balıkların, küçük balıkları yediği yere yaklaşıyoruz.