Businessweek
Bloomberg Businessweek Türkiye dijital dergisine aboneliğiniz boyunca tam erişim sağlayabilirsiniz. Abone Ol

Özel Dosya

Davos’un Beş Gündemi
Dünya Ekonomik Forumu, Trump’ın gölgesinde toplandı. Ana temalar ise Tarifeler, Ekonomik Milliyetçilik, Korumacılık, Avrupa’nın Zayıflığı, yapay zeka ve Çin üzerine odaklandı.
  • 24 Ocak 2025 05:12
  • Açıl Sezen
Davos’un Beş Gündemi

Dünya Ekonomik Forumu, dünyanın en büyük karar vericilerinin bir araya gelerek dünya meselelerinin bugün ve yarınını tartıştıkları bir platform.


Tartışmaların odağı, bir yandan sorunların tespitlerini netleştirmek diğer yandan çözüm önerileri üretmek temeline dayanıyor.


Forum’un bu senesi, Trump’ın yemin törenine denk geldiği için özellikle büyük teknoloji şirketlerinin kurucu ve CEO düzeyinde katılımı mümkün olmadı. Ancak onun dışında birçok önemli isim Forum’da yer aldı. En önemli gündem maddelerini şöyle sıralayabiliriz: Uzatmadan çıktılara dair tespitlerimizi paylaşmaya çalışalım



  1. Trump sonrası korumacılık ve ekonomik milliyetçilik

  2. Avrupa nasıl kurtulur?

  3. Çin ile yeni dünya düzeni

  4. AI etiği ve uygulama esasları

  5. Yapay zekâ ile insan beyni arasındaki ilişki


Davos’un kazananları


Forum’un kazananları ve kaybedenleri ile başlayalım.


Trump çevresinde sıralanmış olan kesim, Forum’un çok net kazananları oldu.
Kimler?


Örneğin ABD Başkanı’nın “yakın arkadaşı” olduğunu söyleyen ve ABD ile serbest ticaret anlaşması için MERCOSUR’den çıkabileceğini açıklayan Arjantin’in sıradışı Devlet Başkanı Javier Milei.


Örneğin, kripto evreninin savunucuları.


Mesela ilk Trump yönetiminde görev almış Skybridge Capital’ın kurucusu Anthony Scaramucci, Coinbase’in CEO’su Brian Armstrong, kriptoya önemli yatırım koymuş Franklin Templeton’ın CEO’su Jennifer Johnson.


Kripto varlıklara yönelik 4 sene boyunca boğucu olduğunu düşündükleri regülasyon ve engelleme baskısı sonrasında Süleyman Demirel’in cümlesini tekrarladılar:


“Nerede kalmıştık?”


Davos’un kaybedenleri


Kaybedenlerin başında elbette savaşta ABD desteğini kaybeden Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky geliyordu.


Geçen sene Forum’a girişinde dakikalarca ayakta alkışlanan Zelensky, bu seneki konuşma için salona girdiğinde sadece cılız alkışlarla karşılandı.


Kendisi de ABD üzerinden ilerleme umudunu yitirdiği için, stratejisinin tamamını Avrupalıları ikna üzerine odaklamış bir konuşma yaptı.


“Başkan yeni yemin etti. Şu anda Avrupa’da herkes Trump ne yapacak, bunu tartışıyor, bunu konuşuyor. Merak edilmesi gereken ise şu; “Acaba Washington’da Avrupa ne yapacak” diye tartışan kimse var mı? Yok. Avrupa’nın sürekli ve doğrudan kendisini sorgulaması, bütünleşmesi gerekiyor. Özellikle savunma harcamalarının bu kadar düşük olması kabul edilebilir değil. Yeterli caydırıcılığı olmadığı sürece, bugün bize olanların gelecekte Avrupa’nın başka bir bölgesine olmayacağının garantisi yok. Avrupa’nın bir an önce kimliğine kavuşması gerekir“ dedi.


Avrupa Birliği neden kaybediyor? Kazanabilir mi?



Trump sonrası kaybedenler listesi açısından öne çıkan “kaybedenlerden” biri hiç kuşku yok ki, Avrupa Birliği’ydi. Gerçi AB’nin “kaybeden” kimliği, Forum’un genel kabul görmüş temalarından biri olarak Trump öncesinde, Ukrayna Savaşı ile başlamıştı.


Avrupa için ekonomik büyüme modeli çökmüş durumda ve teknolojide AI devrimini kaçırma riski en büyük soru işareti olarak karşımıza çıkıyor.


Demografisi ve karar alma mekanizmalarının yavaşlığı, AB’yi yönetenleri dahi çileden çıkarır aşamaya gelmiş görünüyor.


Örneğin geçen seneki Forum’da “Avrupa’da Sermaye Piyasaları Birliği’ni artık bu sene kurmamız şart” diyen ECB Başkanı Christin Lagarde, “Neden olmadı?” Sorusunu yanıtlarken “Ben 2025’i kastetmiştim” diyerek ve gülerek günah çıkarmak zorunda kalıyordu.


Lagarde, çok önemli ifadeler kullandığı konuşmasında şunları söyledi:


“Avrupa için ‘varlık’ anındayız. Doğru teşhisi koymalıyız. Çünkü rakibimiz ve müttefekimiz olan bir başka büyük ekonomi işleri farklı şekilde yapıyor. Eskiden yaptığı şeyleri yeni tarifelerle değiştiriyor.


Yetenek, para ve ideallerimiz var. Ama uygulamayı önceliklendirmemiz ve harekete geçmemiz lazım.


Trump’ın seçilmesi, harekete geçmemiz ve birlikte harekete geçmemiz için alarm zili.


Güçlü yanlarımızı kaldıraç olarak kullanmak lazım. AB üniversite mezunları sayımız ABD ile aynı. Tech okuyan sayısı da aynı. Ama sonrasında bu yeteneklerin önemli bir bölümünü ABD’ye kaybediyoruz.”


Lagarde, Avrupa’da ihtiyaç duyulanın bir deregülasyon; yani regülasyonların kaldırılması olmadığını, çok güçlü bir basitleştirme ihtiyacı olduğunu da dile getirdi.


Haebeck: Avrupa’nın sorunu herkesin kendi ülkesini düşünmesi



Forum’un en çarpıcı konuşmalarından birini Alman Maliye Bakanı Haebeck yaptı.


Bir yandan seçim hazırlığında oldukları için konuşması hem yaptıkları hem yapamadıkları üzerine bir dönem muhasebesi standardındaydı.


Ama en önemli söylemlerini şöyle maddeler halinde sıralayalım:


Ekonomik modelimiz çok kırılgan. Mesela Avrupa içinde birçok start-up var. Bunların geliştirdiği çok iyi projeler de var. Ancak bunlar scale-up aşamasına geldiklerinde hepsini ABD’ye kaptırıyoruz. Çünkü riski alan, finansmanı ve ölçeği sağlayan yer orası. Sonuç, bizim elimizdeki fırsatı kaçırmamız ve ABD’nin o fırsatı kullanarak daha da büyümesi oluyor.


Geliştirdiğimiz tepkiler var. Elon Musk’a kız, TicToc’a kız. Ama alternatif yanıt üretebiliyor musun Avrupa içinde? Bunların ürünlerine karşılık verebilecek platformlar geliştirebiliyor musun? Bugün Avrupa’da bir şirketin bir teşvikten yararlanmasına karar vermemizin 4 yılı bulduğu dönemler oluyor.


Otoriter yönetimlerin olduğu Çin ve US güçlendikçe biz Avrupa tarzı yaşam imkanımızı kaybediyoruz.


Draghi Raporu, Almanya’da çok yankı bulmadı. Çünkü aslında bir İtalyan tarafından yazılmış ve Almanya’dan da para isteyen bir rapordu. Oysa her Alman tarafından okunmak zorunda. Avrupa’nın değişim ve dönüşüm için son 3-4 yılı. Bunu kullanamazsak ve tembelliğimizi üzerimizden atamazsak, bu formumuzu sürdürme imkanımız olmayacak.


Avrupa’nın en büyük sorunu, tüm siyasetçilerin önce kendi ülkesini düşünerek hareket etmesi. Bir Avrupa vatanseverliği yok. Bu bilinç olmadığı ve bir Avrupa takımı oluşmadığı sürece çözüm bulmak aşırı zor.


Davos’un takmayanı


Forum’un kazanan ve kaybedenlerinin yanında belki “Davos’un Takmayanı” kimliğiyle Çin’i ekleyebiliriz.


Çin gerek devlet katının konuşmalarında gerekse Çin’in tartışıldığı tüm oturumlarda aynı mesajı üretti:


“Trump’ın ya da bir başkasının gelmesi bizi etkilemiyor. Bizim odak noktamız rekabetçilik. Yüksek teknolojili ve rekabetçi ürünler üretmeye devam edeceğiz. Ancak bu sayede geleceğimizi doğru şekilde kurgulama şansına sahip olabiliriz.”


Çin ve AB’nin ortak sorunu: Yüksek tasarruf oranı



Davos’ta gerek Çin gerekse Avrupa’nın ortak olarak gördüğü bir başka boyut çıktı ortaya.


Çin, global ortamı okuyarak yüksek iç tasarrufunu yatırıma veya harcamaya dönüştürmeye çalışıyor.


Hem röportaj yaptığımız LSE akademisyeni Keyu Jin hem de IMF eski Başkan Yardımcısı Zhu Min aynı şeyi söylüyor.


“Tasarruflar ya harcama ya da sermaye piyasalarına aktarım yoluyla ekonomiye dahil olmadığı sürece Çin’in potansiyeline yakın bir büyümeyi sürdürmesi mümkün olmayabilir.”


Aynı retoriği, Lagarde da Avrupa için kullanıyor.


“Avrupa’da milli gelirin yüzde 15’i tasarruflardan oluşuyor. Bu tasarrufları yatırıma dönüştürmek zorundayız. Avrupa Birliği’nin risk almayı sevmeyen genlerini risk alır hale dönüştürmenin yollarından birini ortak sermaye piyasası oluşturuyor. Son 50 senede kurulmuş ve piyasa değeri 100 milyar doların üzerine çıkan Avrupa şirketi yok.”


Ekonomik milliyetçilik ve korumacılık


Trump ticaret kotaları ve ekonomik korumacılık, elbette Davos’un en çok tartışılan konulardan biriydi.


Bu konuda yapılan oturumlarda en çarpıcı söylemlerden birini, Allianz’ın CEO’su Oliver Bate yaptı.


“Dünya sistemini birden fazla kez dağıtmış bir ülkenin temsilcisi olarak çok net söyleyebilirim ki, ekonomik milliyetçilik diye bir şey yoktur. Daha doğrusu ‘Ekonomide milliyetçiyim ama diğer şeylerde değilim’ diyemezsiniz. Bu bir bakış açısıdır ve hiçbir zaman tek taraflı ilerlemez. Ekonomik emperyalizm çok büyük bir sorundur ve yeni değildir. Tarih boyunca da bunu kendi tekeline almak isteyen hiçbir ülke başarılı olamamıştır.”


Bate’nin son dönemde dünyanın her yerinde yükselen milliyetçilik akımına yönelik gerekçesi de oldukça çarpıcıydı:


“Bazen dünyada ekonomik dönüşümlerin tektonik hale geldiği dönemler olur. Sanayi Devrimi dönemi gibi. Bunların temel özelliği bölüşüm mekanizmaları doğru oluşturulmadığında ortaya çıkan korumacılık ve barışı tehdit eden sertliklere yol açmasıdır. Bu büyük tektonik dönüşümün izleri şu anda da var. 2008 sonrası 2 büyük kriz oldu ve hepsi düşük gelirlileri vurdu. Bu insanlar, kriz tedavilerinden kendi paylarına düşeni almadıklarını düşünüyorlar. Benim altyapım sorunlu olacak, barınma sorunum, gelirim, enerji, eğitim sorunlarım yerinde duracak ve sen Afganistan, Suriye gibi yerlere para harcamaya devam edeceksin. İnsanlar buna tepki gösteriyor. İnsanlar korumacılığın ve bu kadar aşırılığın doğru olmadığını biliyor ama seslerinin duyulmasını istiyor. Radikalleşme bunların sonucunda ortaya çıkıyor.”


Harvard Profesörü Dani Rodrik ise ekonomik milliyetçilikten her ülkenin anladığının farklı olduğunu söyledi. Rodrik, “Kimse kendi ekonomisini tamamen dünyaya kapatmak istemiyor. İç kaynaklarının yeterli olmadığını herkes biliyor. Ama sonuç, sürekli ve sadece kendi ekonomilerini öncelemek ve benim ‘kalkınmacılık’ olarak tanımladığım şekilde diğerlerini görmezden gelmek oluyor” dedi.


Rodrik, Trump’ın hatasının ise tarifeler ile mukabeleyi her şeyin çözümünü sağlayacak bir silah olarak görmesi olduğunu söyledi.


Aynı oturumda konuşan BM Ticaret ve Kalkınma Genel Sekreteri Rebeca Grynspan ise “Bölgeselleşme geri geldi. Örneğin Afrika’da ülkeler kendi aralarında birleşerek hareket etmek zorundalar. Mesela Güney Amerika ülkeleri ticari birliği MERCOSUR ile AB arasında bir bütünleşme yaşanabilir. Önemli olan ticaretin kapsayıcılığını sağlayabilmek. Ticareti tamamen piyasaya bırakamazsınız, ama her şeyi de regüle edemezsiniz” dedi.


Yapay zekâ ve nöroscience


Yapay zekâ, elbette dönüşümün en önemli boyutu. Davos’ta da en çok tartışılan konuların başında geliyordu. Ancak bu kez daha düşük profilli yöneticilerin katılımı nedeniyle bu konu geçen sene olduğu ölçüde yoğun tartışılamadı.


Ancak en temel tartışma konusunun, geçen sene olduğu gibi yapay zekânın ne kadar “sorumlu” geliştirilmesi gerektiği olduğunu söyleyebiliriz.


Bu konuda geliştiriciler ile şirketler bir tarafı, yorumcular ve akademisyenler ise diğer tarafı oluşturuyor.


Geliştiriciler ve şirketler, fonlama kanalını bulabildikleri bu kadar agresif bir dönemde yavaşlamayı reddediyor.


Çünkü AI için artık okun yaydan çıktığını, bundan sonraki dönemde burada yavaşlamanın inovasyonu öldürme riski oluşturacağını savunuyorlar.


Yapay zekânın yapabileceği çok fazla şey olduğunu, ancak insanlara mahsus birçok konunun da yine insanların uhdesinde kalmaya devam edeceğini anlatıyorlar.


Örneğin yapay zekânın tadım imkanı olmadığını, ortamda olup bitenleri insan gibi algılamasının mümkün olmadığını belirtiyorlar.


Bunun için yapay zekâda Forum sırasında en çok konuşulan konulardan biri, yapay zekânın insan beyninin çalışma sistematiğini anlayıp anlayamayacağı oldu.


Nöro-science ile yapay zekânın bileşkesi üzerine çok ufuk açıcı oturumlar gerçekleştirildi.


Nobel Ödüllü nörobilimci Ardem Patapouitan, beynin çalışma sistemiyle ilgili oturumda şunları aktardı:


Beynin nasıl çalıştığını hala bilmiyoruz. Yaşanan bir olaydan sonra hangi davranışın geleceğini bilmiyoruz. Davranışı tahmin etmek değil, bilinç gibi unsurların nereden geldiğini de tam olarak anlamıyoruz. Yapay zekâ bunların daha rahat anlaşılabilmesinde fayda sağlayacak. Bunlar imkansız görünen şeylerdi. Ancak ‘yapılamaz’dan ‘belki yapılabilir’ aşamasına doğru geliniyor.


Proteinlerdeki mutasyonu anlamak aşırı zordu, artık basit biyolojiden moleküllerin gelişimiyle ilgili geniş modellemelere kadar geçebiliyoruz. Novartis’te protein modellemesini yapabilmek adına 3 milyon molekülü denedik ilaç geliştirme için; inanılmaz kaynak ve zaman harcadık. Ama şimdi dakikalar içinde yapabiliyoruz. İlaç geliştirme gibi alanlarda inanılmaz gelişmeler oluyor.”


Google DeepMind CEO’su Demis Hassabis ise şunları aktardı:


2010’dan bu yana Google Deep Mind’da öğrenme biçimleri, genel zekâ üzerine çok çalıştık. Daha mühendislik temelliydi, ama artık matematiğin bizi getirebileceği yerin sonuna yaklaştık. Daha doğru öğrenme modelleri için insan beyninin nasıl çalıştığını daha iyi anlama zorunluluğu var. Sadece matematik denklemler ile davranış temelli karmaşık beyin işleyişini anlayamıyoruz” dedi.


Bu modellemeler ve yapay zekânın etkin kullanımı sayesinde kişiselleştirmiş ilaç geliştirilmesi de imkan dahilinde olacak. Biz bir protein geliştirme için 5 yıl çalışıyoruz. Ama bugün geliştirme aşamasında olduğumuz ürünler ile belirli bir süre sonra kişiselleştirilmiş ilaç üretilebilecek. Bundan şunu anlamalıyız; her ilaç bazı sorunları çözmeyi amaçlıyor. Ancak çeşitli yan etkiler üretebiliyor. Bu teknoloji bize her hastanın sorununu ayrı ayrı ele alma imkanı tanıyor. Buna göre ilaç üretebiliyorsunuz.


Nükleer Daha Güçlü Dönüyor



Uluslararası Enerji Ajansı Başkanı Fatih Birol başta yapay zeka olmak üzere teknolojik gelişmelerin yarattığı elektrik talebinin nükleer enerjiye olan ilgiyi yeniden arttırdığını belirtiyor.


Yapay zeka ile birlikte küresel çapta enerji tüketiminin de artığı bir dönemde, Davos’un önemli gündem maddeleri arasında kuşkusuz enerji politikaları da yer aldı. Artan enerji talebine karşın düşen büyüme beklentileri ile birlikte petrol fiyatları geriliyor. Diğer yandan yenilenebilir enerjinin payı da her geçen gün artıyor. Bitti denen nükleer enerji ise güçlü bir şekilde geri dönüyor. Tüm bu gelişmeleri Bloomberg HT Genel Yayın Yönetmeni Açıl Sezen, Uluslararası Enerji Ajansı Başkanı Fatih Birol ile konuştu.


ABD’nin yeni dönem politikalarını değerlendirerek sözlerine başlayan Fatih Birol, “ABD şu anda dünya petrol ve doğal gaz üretimine çok büyük katkıda bulunuyor. Nükleer enerjide ise ‘bipartisan’ dediğimiz hem cumhuriyetçilerin hem demokratların nükleer enerjiye önem vermek gibi bir anlaşmaları var” dedi.


Yapay zekâ yatırımlarıyla birlikte artan veri merkezlerinin yanına küçük nükleer santraller kurulması projeleri ile birlikte nükleer enerjinin payının artacağına da işaret eden Fatih Birol, “Ben üç sene önce nükleer enerjide bir geri dönüş olabileceğini söylemiştim. 2025 itibariyle nükleerin çok güçlü bir geri dönüş yapmasını bekliyoruz. Bu sene nükleer enerjiden elde edilecek olan elektrik, tarihi rekor seviyelerde olacak. Böylece 1970’lerde başlayan nükleer enerji üretiminde en yüksek seviyeye 2025 yılında gelmiş olacağız. Ayrıca şu anda dünyada 60 kadar nükleer santral inşa ediliyor, bu da son 30 yılın en yüksek rakamı. Daha küçük olan ‘küçük modüler reaktör’ dediğimiz, daha esnek olan ve daha ucuza mal olan nükleer santraller şu anda gündeme geliyor” dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Bizim tahminimiz 2030 yılı itibariyle ilk ticari küçük nükleer santrallerin pazarlara girecek olması ve bu küçük nükleer santrallerin maliyet açısından da örneğin rüzgar santralleriyle veya büyük hidroelektrik santralleriyle eşit seviyeye gelecek olmaları yönünde. Bu gelişmelerin en büyük tetikleyicisi veri merkezleri olacak çünkü veri merkezleri 7/24 kesintisiz elektriğe ihtiyaç duyuyor ve bu merkezlerin çoğu bunu temiz enerjiyle yapmak istiyor. Birçok veri merkezi sahibiyle nükleer şirketleri arasında şu anda yatırımlar ve finansman akışı gerçekleşiyor ve bu da bir tetikleyici unsur oluyor.”


Rusya-Ukrayna savaşı sonrasında Avrupa ülkeleri tarafından Rusya’ya uygulanan yaptırımlar bağlamında kesin bir barış dönemine girilmesi durumunda Rusya’da ve küresel enerji görünümünde oluşabilecek değişimlere dair görüşlerini aktaran Fatih Birol, “Ukrayna savaşı başlamadan önce Rusya dünyanın bir numaralı petrol, doğal gaz ve uranyum üreticisiydi. Savaş sonrasında Rusya’nın üretimi bu kaynakların hemen hemen hepsinde azaldı. Fakat Rusya, düşen Avrupa ihracatını başka ülkelere kaydırarak bunu bir şekilde kompanse etti. Bu nedenle Rusya, Avrupa için denklem dışı kalmış olsa da dünya için denklem dışı kaldı diyemeyiz. Bir barış olması durumunda ben Rusya ile Avrupa arasında enerji konusunda hemen bir anlaşma olabileceğini pek öngörmüyorum” yorumunda bulundu.


Türkiye’nin Rusya ile enerji ilişkileri konusunda ise, “Türkiye’nin nükleer santral yapma girişimini çok doğru buluyorum. Yenilenebilir enerjide çok güzel adımlar attık ve bunun yanına nükleer enerjiyi de ilave etmek çok güzel bir hamle olacak. Fakat hangi ülkeyle çalışacağımız çok önemli çünkü nükleer enerji partnerliği 100 yıllık bir partnerliktir. Bu bağlamda benim için enerjide genel olarak ‘çeşitlendirme’ kritik bir kelime. Türkiye’nin bundan sonra nükleer enerjide seçeceği partner konusunda yumurtalarını tek bir sepete koymaması gerektiğini -çeşitlendirmeyi de dikkate alması gerektiğini düşünüyorum” dedi.


Dünyadaki ekonomik büyüme kısıtlı olmakla birlikte Çin’in petrol talebinin küresel petrol piyasalarını ayakta tuttuğuna dair söylemler ve Çin ve Hindistan’ın petrol piyasasındaki rolü hakkında da yorumda bulunan Fatih Birol; “Dünya petrol talebine baktığımız zaman geçen sene 1 milyon varilin altında büyüdüğünü görüyoruz ve bu geçtiğimiz yıllara göre oldukça yavaş bir büyüme. Bunun da esas nedeni hem Çin ekonomisinin zayıflıyor olması hem de Çin’in giderek artan bir hızla elektrikli araç piyasasına yöneliyor olması. Bu bakımdan küresel petrol talebinin büyümesi doğrultusunda Çin’e bel bağlamak petrol üreticileri açısından fazla iyimser bir bakış açısı olabilir. Bu yıl petrol piyasalarında talep 1 milyon civarı büyüme gerçekleştirecek ama üretimde ciddi büyüme bekleniyor. Benim ‘Amerikan Dörtlüsü’ olarak tabir ettiğim Amerika, Kanada, Brezilya ve Guyana’dan; dünya petrol talep büyümesinden daha fazla bir üretim gelecek. Bu nedenle fiyatların aşağı yönlü hareket etmesini bekliyorum” dedi.


Tosyalı Holding’ten Avrupa’ya 500 Milyon Dolar Yatırım



Davos’ta bulunan Tosyalı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Fuat Tosyalı Avrupa’da son tüketiciye de ulaştırabilecek yeni yatırımlar yapmayı planladıklarını açıkladı.


Göreve gelen yeni ABD Başkanı Donald Trump’ın uygulayacağı politikalar kuşkusuz iş dünyasını da yakından ilgilendiriyor. Dünya Ekonomi Formu (DEF) için Davos’ta bulunan Tosyalı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Fuat Tosyalı Trump döneminde yeni bir trendin başlayacağına işarete ederek, “Özellikle son yıllarda küresel ortamda bir belirsizlik hakimdi: bir taraftan küresel üretim fazlaları diğer taraftan tüketim tarafı, bir yandan da küresel ısınmayla gelen yeni akım ve yatırımlar… Trump’la beraber burada yeni bir düzen ve kurgu başlayacak. Kurallar yeniden yazılıyor gibi görünüyor” ifadelerini kullandı.


Kuzey Afrika coğrafyasındaki yatırımlarının katkılarına değinen Fuat Tosyalı, “Afrika’da 52 tane ülke var ve her ülkenin kendine göre farklı özellikleri var. Kimi ülkeler doğal kaynaklara daha hakimken kimi ülkeler de enerjiye daha hakim. Tabii ki Afrika’nın uranyum, altın, elmas gibi çok zengin yer altı madenleri var ama bizi ilgilendiren konu bir çelik üreticisi olarak sürdürülebilirliği nasıl sağlayabileceğimiz. Öncelikle maden tarafı, madenden çeliğe geçiş sürecindeki enerji ihtiyacı ve bu üretilmiş ürünü de en yakın coğrafyada tüketebilmek noktalarını kritik görüyoruz. Akdeniz’in üst ucunda İskenderun Körfezi’nde ve Türkiye’de yaptığımız yatırımlar; bir yandan Akdeniz’in alt ucunda Cezayir’de yaptığımız yatırımlar, Libya’da başlayacak yatırımlarımız, Batı Afrika’da Senegal’de ve Angola’daki yatırımlarımız değerlendirildiğinde biz oldukça sürdürülebilirlik bazlı yatırımlar yapıyoruz. Günümüzde gerçekleşen küreselleşmeden yerelleşmeye geçme sürecinde ise bu yatırımlar bize büyük avantajlar sağlıyor” dedi.


Küreselleşmeden yerelleşmeye geçişin yanı sıra yeni yatırımlarına da değinen Fuat Tosyalı, “Geçen sene İspanya’da stratejik bir satın alma yaptık. Bu satın almayla beraber Türkiye’de ve Cezayir’de ürettiğimiz ham maddeyi Avrupa’da son ürüne çevirme fırsatı elde ettik. Şu anda da Avrupa’da yeni bir stratejik satın alma için görüşmeleri sürdürüyoruz. Özellikle çelikte üretim gücümüz öyle bir noktaya geldi ki artık bunu son tüketiciye de ulaştırabilecek yeni yatırımlar yapma gerekliliği hissediyoruz. Bunu da özellikle pazar merkezli, müşteri merkezli ve son ürüne ulaşan bir değer zinciri içerisinde tamamlamak istiyoruz” açıklamalarında bulundu.


Ayrıca yeni gerçekleştirecekleri Avrupa yatırımı büyüklüğünün yaklaşık 500 milyon dolar civarı olacağını belirten Fuat Tosyalı bu seneki beklentilerine yönelik ise, “Geçtiğimiz yıl Türkiye operasyonlarımıza kattığımız yeni kapasiteyle beraber bu sene 9 milyar dolarlık ciro hedefimizi rahatlıkla karşılayabileceğimizi düşünüyoruz. Ciro hedefimizin kolaylıkla karşılanmasında Cezayir’de ve Libya’da başlamış olan yatırımlarımızın adım adım devreye girecek olmasının da etkisi var” dedi.


Türkiye’nin yenilenebilir enerjide yatırımlarını da değerlendiren Fuat Tosyalı, “Özellikle çelik sektörü enerji yoğunluğu olan bir sektör. Bizim için ilk girdi ham madde iken ikinci girdi enerji. Bir de ‘yeşil çelik’ diye bir kavramımız var. Dekarbonizasyon çok önemli, küresel ısınmaya negatif yönde bir etki etmemiz lazım. Biz, Türkiye’nin güneş enerji potansiyelini göz önüne alarak çatı tipinde 235 MW solar enerji yatırımı yaptık. Yakın dönemde ise 1,2 GW solar enerji yatırımına başladık ve bu yılın sonuna kadar bu yatırımların üçte birlik bölümünün üretime başlamasını bekliyoruz. Bu durumda solar enerji yatırımlarımız 1.5 GW seviyesine çıkıyor fakat bu yeterli değil. Çünkü biz çelikte tükettiğimiz enerjinin çok büyük bir kısmını hatta mümkünse tamamını yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamak istiyoruz” ifadelerini kullandı.


Savunma sanayisi faaliyetleri ile ilgili ise Tosyalı, “2021 yılının ortalarında BMC’nin çoğunluk hissesini devraldıktan sonra ilk önce BMC Power’ı kurduk ve BMC Power’la beraber yerli motoru geliştirmeye başladık. İki hafta önce İzmir’de yapılan bir törenle, tamamen yerli ve milli motorlarla üretilmiş kirpi ve vuran araçları silahlı kuvvetlere teslim ettik. Altay tankının motorunu da güç grubunda geliştirdik ve şu an tankın saha testleri yapılıyor. Altay tankı tarafında takvimimiz belli oldu. Tankın üretimiyle alakalı, Karasu’da başlamış olan tank fabrikası yatırımını durdurduk ve Ankara’da BMC’ye ait 1000 dönüme yakın bir alanda BMC Power motor fabrikasını kurduk. Tank fabrikasının kurulmasıyla birlikte yatırımı hemen başlattık ve bu sene itibariyle hem tank fabrikası yatırımımız bitiyor hem de ilk tanklarımızı üçüncü çeyrek itibariyle silahlı kuvvetlere teslim etmeyi planlıyoruz” dedi.


Milyarderler Aslında Bir Politika Başarısızlığının Göstergesi



2015 yılından bu yana küresel eşitsizlik raporunu hazırlayan Oxfam’ın Direktörü Amitabh Behar, Davos’ta Bloomberg HT’nin sorularını yanıtladı.


Öyle bir konu var ki, günümüzün modern sömürgeciliğini içeriyor. Acaba bunun tam olarak nasıl işlediğini bize açıklayabilir misiniz?


“Yeni eşitsizlik” raporumuzun adı. Yani alanlar, üretenler değil. Bu rapor servetin zirvede nasıl bir patlama yaptığını ele alıyor ve milyarderler geçen yıldan bu yana servetlerine 2 trilyon dolar daha ekledi. Önümüzdeki 10 yıl içinde yalnızca 1 trilyoner değil 5 trilyoner olacağını öngörüyoruz ve burada önemli olan şey bu servetin büyük bir kısmının kazanılmadığı; miras yoluyla, tekelcilikle, siyasi bağlantılarla ya da modern sömürgecilik aracılığıyla elde edildiğidir. Bu rapor bize milyarderlerin hak edilmemiş servetini gösteriyor. Konuya ilişkin şöyle bir örnek verebilirim; 2023 yılında güneyden kuzeye saatte 30 milyon dolar aktarıldı ve bu servet büyük ölçüde süper zenginlerin ceplerine gitti. Bu aslında süregelen bir servet aktarımı. Güney’e gelen her 1 dolar yardıma karşılık kuzeye 4 dolar aktarılıyor ve bu rapor sömürgeciliğin geçen yüzyılda sona erdiğine dair yaygın inancın aslında boş bir inanış, bir mit olduğunu da gözler önüne seriyor. Sömürgecilik finansal piyasalar, çok uluslu şirketler ve borç tuzakları aracılığıyla hâlâ devam ediyor.


Oxfam bu konuda gerçekten de çok önemli bir kuruluş ve biz her yıl güç dengeleri ve işte onun getirdiği rakamlar üzerinden konuşuyoruz. Örneğin Türkiye’de sizin de söylemiş olduğunuz gibi nüfusun yarısı küresel ve ulusal hesaplardan çok az bir pay alıyor. Küçük bir grup bundan çok daha fazlasını alıyor. Durum böyleyken insanlar gelecekleri konusunda nasıl iyimser olabilir?


Öncelikle şunu anlamamız çok önemli. Milyarderler aslında bir politika başarısızlığının göstergesi. Bunu kabul etmemiz gerekiyor. Çünkü bu küresel ölçekte alınan siyasi bir karar. Ama çözüm yolları da aslında çok açık. Yani süper zenginleri vergilendirmemiz gerekiyor. Burada aslında iyimser bir nokta olarak G20’nin süper zenginleri vergilendirme konusunda taahhütte bulunduğunu söyleyebilirim. Şu anda aynı zamanda Birleşmiş Milletler Vergi Sözleşmesi de mevcut. İkinci olarak eğitime, sağlığa, sosyal güvenliğe, çocuk bakım hizmetlerine daha fazla yatırım yapılması gerekiyor. Bu alanlar eşitliği sağlamada çok büyük bir rol oynuyor. Üçüncü olarak ise yaşam ücretinin garanti altına alınması gerekiyor. Yani farklı ülkelerde eşit bir toplum inşa etme konusunda olumlu etkiler yaratıldığına dair örnekler var.


Peki teknoloji ve yeni trendler konusunda ne düşünüyorsunuz? Bu problemlerin çözümü için herhangi bir umut görüyor musunuz?


Evet, teknolojik gelişimin çok önemli olduğunu söyleyebilirim. Ama bence bu tam olarak çift taraflı bir kılıç gibi karşımıza çıkıyor. Daha büyük bir ortak iyilik için teknolojiyi kullanmak adına büyük fırsatlar var. Ama aynı zamanda teknolojinin birkaç kişi tarafından ya da kurum tarafından tekelleştirildiğinde çok daha fazla büyük bir engel oluşturduğunu aslında Covid döneminde gördük. Çünkü Covid sürecinde aşı ayrımcılığını yaşadık. Sadece birkaç ülke aşıyı geliştirmeyi başardı ve bu aşılar serbestçe ve evrensel olarak dağıtılmadı.


Bu zirvenin sıcak konulardan bir tanesi Trump. Dünyanın her yerinde radikal sağ liderlerin, politikacıların yükselişine tanıklık ediyoruz. İnsanların artık çoğunluğu bu gibi sorunlara, bu tarz liderlerle mi çözüm arayışında? Aynı zamanda sürdürülebilirlik, küresel barış ve yakın geleceğimizle dair beklentileriniz nasıl acaba?


Bu soruyu sorduğunuz için teşekkür ederim. Şunu anlamamız gerekiyor diye düşünüyorum. İnsanların gittikçe artan bir öfkesi var ve bu dünya çapında gerçekleşiyor ve bu aslında bence bu yaratılan eşitsiz topluma karşı bir tepki, bir öfke. İnsanlar, servetin en tepedeki o küçük kesimde yoğunlaşmasına tepki gösteriyor. Bu sadece servetin değil, aynı zamanda gücün de yoğunlaşması anlamına geliyor. Yani şu anda yeni bir oligarşinin yükselişine tanıklık ediyoruz. Küresel ölçekte bu oligarşi servetin ve gücün büyük bir kısmını kontrol ediyor. Ve bence bu gerçeği tanımlamamız gerekiyor ki değişimi başlatabilelim. Bence çözüm ancak adil bir toplum inşa etmekten geçiyor. Daha eşit bir toplum yaratmazsak servet belli bir kesimde yoğunlaşmaya devam edecek. Yani herkesin onurlu bir yaşam sürmesini sağlamalıyız. Eminim ki eğer bu sağlanabilirse insanlar yeniden yönetişim kurumlarına güven duymaya başlayacak ve toplumsal güven yeniden inşa edilecek.


2024’te Haftada 4 Kişi Milyarderler Kulübüne Katıldı


Her yıl Dünya Ekonomik Forumu öncesi Oxfam Konfederasyonu tarafından yayınlanan Küresel Eşitsizlik Raporu’nun 2024 yılı verileri açıklandı. Oxfam’ın raporuna göre 2024 yılında haftada ortalama 4 yeni milyarder ortaya çıktı. Yılın tamamında 204 kişi milyarderler kulübüne katıldı. 2023’te 2 bin 565 olan dünyadaki milyarder sayısı geçen yıl 2 bin 769’a yükseldi. 2024’te meydana gelen 2 trilyon dolarlık toplam servet artışı ise günlük bazda bakıldığında yaklaşık 5,7 milyar dolara denk geliyor. Önceki seneye göre artış hızı üçe katlanan milyarderlerin toplam serveti 15 trilyon dolara çıktı. Türkiye’de ise 2024’te 6 yeni milyarder ortaya çıktı. 28 Türk milyarderin toplam serveti aynı dönemde günde 19 milyon dolar artış gösterdi. Türkiye’de 2024 yılında milyarderlerin toplam serveti 55,6 milyar dolara ulaştı.


Oxfam’ın raporuna göre küresel milyarderlerin yüzde 36’sı servetini miras yoluyla elde etti. Buna tekel gücü ile gelen yüzde 18 ve yandaş bağlantılarıyla yüzde 6 da eklendiğinde toplam servetin yüzde 60’ının kazanılmamış olduğu ortaya çıkıyor. Raporda Forbes’a da atıfda bulunularak 30 yaş altındaki milyarderlerin tümünün servetinin miraslarından geldiği belirtiliyor. İsviçre Bankası UBS’in araştırmasında yer alan ‘milyarderlerin 1.000’den fazlasının önümüzdeki 20-30 yılda mirasçılarına 5,2 trilyon dolardan fazla para bırakmasının beklendiği’ bilgisine de Oxfam’ın raporunda yer veriliyor. Oxfam, geçtiğimiz yıl, önümüzdeki 10 yılda dünyada ilk trilyonerin ortaya çıkacağı tahmininde bulunmuştu. Dünya üzerindeki toplam servet artış hızının yükselmesiyle birlikte tahminlerini önümüzdeki 10 yılda dünyada en az 5 trilyoner ortaya çıkacağı şeklinde değiştirdi.


Raporda dünya üzerindeki servet dağılımı adaletsizliğine bir çözüm bulunması gerektiği belirtiliyor. Özellikle Avrupa ülkelerinin Asya ve Afrika bölgelerindeki sömürgeciliğinin günümüzde hala tam olarak sonlanmamış olduğu ve seneler içindeki bu sömürgecilik faaliyetlerinin Avrupa’daki aşırı zenginlerin servet birikiminin temel sebeplerinden olduğu ifade ediliyor. Oxfam’ın “modern sömürgecilik” olarak tanımladığı Küresel Güney’den Küresel Kuzey’deki ülkelere ve bu ülkelerin zengin vatandaşlarına büyük çaplı para akışı sağlanması durumu Kuzey Yarım Küre ülkelerindeki en zengin yüzde 1’lik kesimin 2023 yılında düşük ve orta gelirli ülkeler üzerinden saatte 30 milyar dolar elde etmesine sebep oldu. Bu sebeple Küresel Kuzey ülkeleri dünya nüfusunun yalnızca yüzde 21’ini oluşturmalarına karşın küresel servetin yüzde 69’unu, küresel milyarderlerin servetinin ise yüzde 77’sini oluşturuyor. Bununla birlikte bu düşük ve orta gelirli ülkeler ulusal bütçelerinin yüzde 48’ini milyarderlere ait olan finansal kuruşlara borç ödemeye ayrılıyor. 1970 ile 2023 yılları arasında, Küresel Güney hükümetleri Kuzey alacaklılarına 3,3 trilyon dolar faiz ödedi.


Oxfam’a göre aşırı zenginliği sona erdirmek için yapılması gereken üç şey eşitsizliği ortadan kaldırmak, aşırı zenginlere vergi yaptırımları uygulamak ve Küresel Güney’den Küresel Kuzey’e servet akışını sonlandırmak. Hükümetler ırkçılık, cinsiyetçilik ve ayrımcılıkla mücadele ederek eşitsizliği ortadan kaldırmalı, en varlıklı yüzde 10’luk kesimin gelirinin en yoksul yüzde 40’tan daha yüksek olmamasını sağladığından emin olmalı. Küresel vergi politikaları ise en zengin kişilerin ve şirketlerin paylarına düşen vergiyi ödemeleri garanti altına alınacak şekilde düzenlenmeli ve yeni bir zengin zümrenin oluşumunun önlenmesi için miras vergilendirmeleri yapılmalı. Ayrıca Küresel Güney ülkelerinin borçları ortadan kaldırılmalı ve uluslararası kuruluşlarda bu ülkelerin oy güçleri arttırılmalı.


Gelişmekte Olan Ülkeler Doğru Adımları Atarsa Oyunun Kuralı Değişebilir



Prof. Dr. Ufuk Akçiğit: Yapay zekânın sunduğu fırsatlar gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki teknolojik gelişmişlik farkını kapatabilir.


WEF (Dünya Ekonomik Forumu) tarafından düzenlenen Davos Konferansı’na konuşmacı olarak katılan Prof. Dr. Ufuk Akçiğit konferansın önemli temalarından biri olan yapay zeka ile ilgili açıklamalarda bulundu. Ana teması Akıllı Çağda İşbirliği olan bu seneki Davos’tan beklentilerini aktaran Prof. Dr. Ufuk Akçiğit, “Aslında çok manidar oldu Davos’un böyle bir temayla ortaya çıkması ve aynı günde de Amerikan Başkanı’nın şu anda ofise geçiyor olması. Zaten o yüzden de insanlar arasında bir bölünmüşlük hissediliyor. Bence Covid sonrasında siyasetçiler de hükümetler de kendilerini çok iyi anlatamadı. Bu nedenle de aslında bu yaşanan enflasyon olsun, hayat pahalılığındaki artış olsun insanlar siyasetçilerin çıkardığı faturanın ceremesini ödüyor. Yalnız artık dünyada bunun da getirdiği bir bölünmüşlük var. Şimdi bu tartışmalar bence yeni bir dünyanın başlangıcını oturtmaya çalışıyor. O yüzden enteresan olacak. Ama gördüğümüz kadarıyla da gitgide demokrasiden daha uzaklaşılan bir dünya oluşuyor. Daha kopuklaşan bir dünya yaşanıyor şu anda” dedi.


Konuşmacı olarak panellerde de yer alacak olan Prof. Dr. Ufuk Akçiğit, katılımcılarla paylaşacaklarını ise şöyle aktardı: “İki tane panelde konuşacağım bu sene. Bir tanesinde 2025’te nasıl bir dünya bekliyoruz onun üzerine konuşacağım. O panelde Fransa Merkez Bankası Başkanı ve iki tane ülkenin finans bakanlarıyla birlikte daha çok gelişmekte olan ülkeler üzerine konuşacağım. İkinci panelde de fikri mülkiyetler üzerine konuşacağız. Çünkü aslında bu konferansın çok büyük bir ana teması yapay zeka ve yapay zeka sonrası fikri mülkiyetler nasıl şekilleniyor ve onlardan nasıl değerler yaratabiliriz. Orada da aslında enteresan rakamlar var. Örneğin Amerika’ya baktığınız zaman çok daha fazla Ar-Ge harcaması var, 80’lere hatta 2000’lere kıyasla çok daha fazla patent üretiliyor. Ama verimlilik açısından bir geri dönüş olmadı. Hatta verimlilik açısından bir yavaşlama var. Bunun arkasında tabii tekelleşme var ve olay sadece fikri mülkiyet yaratmak değil, bu fikri mülkiyetler kimlerin elinde ve rekabeti ne şekilde etkiliyor onları tartışmak gerekiyor. Bunlara daha çok değineceğiz. İlk kısımda bakıldığında siyasetçilerin ve bütün ülkelerin çok büyük hedefleri var. Yapay zeka sayesinde herkes sınıf atlamayı bekliyor ama aslında bu yapay zeka kimlere daha fazla fayda sağlayacak bir de onu tartışmak lazım. Yapay zeka bu kadar fırsatlar yaratırken görüyoruz ki Avrupa rekabette artık gerilerde kaldı. Ve Amerika’nın gitgide daha çok tekelleştiğini görüyoruz. Tabii ki Asya’dan Çin’in gelmesi var, Hindistan’ın gelmesi var. Ama dünya artık çok daha farklı bir yere evriliyor. Avrupa’nın Draghi Raporu’nu da yakın zamanda bütün dünya tartıştı zaten. Oradan da biliyoruz ki olay sadece konuşmak değil, olay aksiyona dökmek işi. Orada da politikalar önemli. Yapay zeka konusunda özellikle daha fazla kapsayıcı bir ortamın oluşması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü yapay zekanın uygulamalarını tahmin edebilmek çok zor. Yani küçük bir merkezi yerden yönetimi elinde tutan belli bir grubun yapay zekanın uygulamalarında nerelere yatırım yapılması gerektiğini tahmin edebilmesi mümkün değil. İşte burada piyasaya -yeni girişimcilere- ne kadar ön açılabilecek onlar önemli ama dediğim gibi bir taraftan da demokrasiden daha çok uzaklaşılan, daha çok merkeziyetçiliğe dönülen bir dünyaya evriliyoruz. O yüzden enteresan tartışmalar olacak” ifadelerini kullandı.


Gelişen teknoloji özellikle de yapay zekada gerçekleşen adımlarla birlikte teknolojiyi geliştiren ve bu teknolojiyi arkadan yakalamaya çalışan ülkeler arasındaki makas da giderek açılıyor. Bu durum genellikle gelişen ülkelerin fırsatları daha iyi yakalamasına neden oluyor. Ancak Prof. Dr. Ufuk Akçiğit yapay zekanın gelişimi ile birlikte gelişmekte olan ülkelerin de fırsatları yakalayabileceğine işaret ediyor: “Özellikle enerji dönüşümü olsun ya da sağlık alanındaki devrim olsun bunlar zaten gelişmekte olan ülkelere bir fırsat yaratıyordu. Ama yapay zeka sadece son iki sene içerisinde bir anda inanılmaz fırsatlar sundu. Eğer bizim gibi ülkeler doğru adımları atabilirse ellerine daha önce geçmemiş bir fırsat geçebilir. Bizim ‘leapfrog’ dediğimiz yani adım adım diğerlerini yakalamaktansa bir anda uluslararası şirketlerde masaya oturabilecek çok daha güçlü şirketler yaratabilecek bir fırsat oluştu. Çünkü mesela eski teknolojilerde -araba teknolojisi olsun ya da elektronik teknolojisi olsun- gerçekten fiziksel olarak da finansal açıdan da ciddi bir sermayeye ihtiyaç vardı. O yüzden de finansal piyasalarınızın ne kadar derin olduğu çok önemli bir rol oynuyordu. Şimdi ise fikirler önemli, yani fikirleri olan ve bunu aksiyona dökebilen girişimciler bir anda kendilerini ispatlayabiliyorlar. İşte bu noktada aslında ülkelerin bu yeni girişimcilere ne kadar fırsat sağlayabildiğini sorgulamak gerekiyor. Bu yeteneği olan ya da kendisini ispatlayabilecek insanlara kendilerini eğitebilecekleri, kendilerini geliştirebilecekleri ne kadar imkan sağlayabiliyoruz? Ya da yapay zeka kullanabilecek kişilere ne kadar altyapı sağlayabiliyoruz? Bunlar da çok önemli. Yakın zamanda da bunun araştırmalarını yapmıştık. OECD araştırmalarına göre dijitale hazırlık konusunda ne yazık ki Türkiye en arkalarda yer alıyor. Benzer şekilde şu anda üniversitelerle iş dünyasının bir arada daha önce olmadığı kadar farklı işler yapabilecekleri bir ortam oluştu. Amerika’da o yüzden üniversite hocalarının çoğu şu anda hem bir şirkette çalışıyor hem de üniversitede çalışıyor. Ve üniversitelerde son bir senedir kurulan komitelerde çok ciddi bir şekilde bilgisayar bölümünün haricinde yapay zeka bölümleri de açsak mı diye tartışmalar dönüyor.”


Çin Dünya İle İşbirliği İçinde Kalmak İçin Daha Fazla Taviz Vermeye Hazır


Dünya Ekonomik Forumu’nda, London School of Economics’te doçent olan, aynı zamanda “Çin’in Yeni Oyun Planı Sosyalizm ve Kapitalizm Arasında” kitabının da yazarı Keyu Jin Bloomberg HT ile röportaj gerçekleştirdi.


Bugünün ruhuna baktığımız zaman, Donald Trump’ın yemin töreni vardı ve az önce de Çin Başbakan Yardımcısı’nın kendilerinin gelecek öngülerini paylaştığını dinledik. Genel olarak liderler çerçevesinde bu ülkeler arasındaki işbirliği hakkında neler söyleyebilirsiniz?


Öncelikle başkan Trump’ın küresel ekonomi ve ticaret sisteminden geri çekilme konusundaki tutumu, Çin’in bu fırsatı değerlendirerek açıklığını artırmasına olanak sağlıyor diye düşünüyorum. Çin elinden geldiği kadar açılmaya çalışacak ve örneğin başbakan yardımcısı son birkaç ayda defalarca tek taraflı açılım ve az gelişmiş ülkeler için sıfır gümrük tarifesi uygulamalarına vurgu yaptı. Tabii Çin’in tepkisi öncelikle küresel işbirliği ruhunu sürdürmek yönünde ve ABD’deki gelişmeleri rağmen bu ruhu canlı tutmak istiyor.


Başlangıçta ABD küreselleşme yönünde bir tutum sergiliyor ve bu duruma Çin direnç gösteriyordu. Ama şimdi küreselleşme işbirliği çağrılarının hepsi Çin’den geliyor. Bugün yine Çin Başbakan Yardımcısı’ndan duyduğumuza göre korumacılık hangi yönde ilerlerse ilerlesin Çin’in işbirliği konusundaki tutumu sabit kalıyor. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?


Çin küreselleşme ve küresel işbirliğinden çok büyük faydalar sağladı ve bence dünyaya şu an şöyle bir mesaj veriyor; Bu işbirliğini sürdürme konusunda daha fazla sorumluluk üstlenmeye hazırlar. Hatta gerektiğinde bazı tavizler vermeye, bir adım geri gitmeye, diğer ülkelere daha fazla fırsat alanı tanımaya da istekli gibi bir mesaj veriyorlar. Bu durumda güçlü bir liderliğe ihtiyaç var ve Çin bu rolü üstlenmeye de hazır gibi duruyor.


Tabii bir diğer önemli soru da şu: Çin’in kendi içindeki sistem, yani Çin’in yükselen teknolojiye ulaşıp büyük ticaret fazlaları verdikten sonra kendi yolunu çizerek dünyaya ben de bir süper güç oldum mesajını verdiğini biliyoruz. Şimdi artık Çin’in temel hedeflerinin çifte dolaşım ve ortak refah olduğunu da biliyoruz. Yani bu hedefler küreselleşmiş bir dünyada daha kolay görünebiliyor çünkü finansman batıdan geliyordu. Ama bu tür iddialı hedeflere bu ortamda nasıl ulaşabilecek sizce?


Öncelikle Çin’in mevcut ekonomik zorlukları şu anda iç faktörlere dayanıyor, dış faktörlerden değil. Hatta Trump’ın politikasının etkilerinin bile sınırlı olması bekleniyor. Dolayısıyla odakta şu anda hepsi iç politikayı hedef alan reformlar, teşvik paketleri gibi gelişmeler var. Ama bu hedeflere ulaşmak için Çin’in daha açık, istikrarlı, işbirliğine dayalı bir dünya düzenine ihtiyaç duyduğu da biliniyor. Bununla beraber bazı temel iç sorunları, yapısal sorunları çözmesi gerekiyor. Sosyal güvenlik ve altyapı hizmetlerinden faydalanamayan milyonlarca kırsal nüfusun içinde bulunduğu durum var. Yani burada reform odaklı olmaları gerekiyor.


Geçmişte Batı ittifaklarının bazı ülkelere veya muhataplarına karşı direnç gösterdiğini, hatta onları dışladığını gördük. Örneğin Rusya’da yaşananlar gibi. Bu gibi durumların acaba biraz daha zorlaşacağını düşünüyor musunuz? Çünkü sanki bu dönem Soğuk Savaş öncesi döneme benziyor gibi görünüyor. Siz buna inanıyor musunuz?


Küresel jeopolitik trendlere baktığımız zaman fragmantasyon sadece ABD ve Çin arasında sınırlı değil, her yerde gerçekleşiyor. Çok kutuplu bir dünya olduğunu görüyoruz. Ticaret ortaklarının çeşitlendirilmesi gerekiyor. Para birimlerinizi, ödeme sistemlerinizi çeşitlendirmeniz gerekiyor. Çin de artık başka bir ülkeye bağımlı kalmamak için çaba gösteriyor.


Peki Batı ittifakları Çin’i hangi konularda yanlış değerlendirdi?


Pek çok açıdan yanlış değerlendirdi diye düşünüyorum ama bence Çin’in kalkınma modelini nasıl değerlendirdiği onun en büyük yanlışlarından bir tanesi oldu. Bu modelin tek bir model olduğunu düşündüler. Ama şu anda Çin’in sanayi politikalarından ve sanayileşme sürecinden ders almak istiyorlar. Yani Çin’in halkını, kültürünü, tarihini, otoriteyle olan ilişkide oynadığı kritik rolü bence yanlış anladılar.


Peki şu anda Çin’in yapmak istediklerini özetleyebilir misiniz?


Çin’in yaklaşımı şu şekilde: Öncelikle iç problemlerimizi biraz bertaraf etmeye çalışalım, başkalarını geride bırakmaya çalışmak yerine kendimizi geliştirelim. Yani eğer bir rekabet veya zorluk varsa rakiplerimizi bastırmaya çalışmayalım gibi yaklaşımları var. Ve Çin son birkaç on yılda büyük kaos yaşadı ve bu kaosa asla geri dönmek istemiyor. Çünkü kaos ortamında en çok zarar gören kesim her zaman en yoksul kesim oluyor. Ve tabii ki bu iki ülke arasındaki yönetimde de farklı ideolojiler var. Çin tarafında Xi Jinping oldukça güçlü bir lider ve iktidarda uzun süredir yer alıyor. Bir taraftan Batı demokrasilerinde liderlik bulmakta bir zorluk yaşanıyor. Özellikle Avrupa’da liderlik eksiğini açıkça görebiliyoruz.


Acaba Batı, Çin’de gördüğümüz gibi güçlü ve uzun süre görevde kalan bir lider karşısında direnebilir mi? Ne dersiniz?


Evet, günümüzde güçlü lider siyasetinde bir geri dönüş olduğu kesin. İnsanlar bence liderlerden daha fazla vizyon ve eylem bekliyor ve tabii ki bu bir taraftan da çift taraflı bir kılıç durumu oluşturuyor. Çin’in şu anki zorlukları hem ekonomik hem de sosyal zorluklar çünkü çoğu insana arzularınız ne diye sorduğunuz zaman onlar ifade özgürlüğü ya da ben hükümeti seçebildiğim bir ülkeye uyanmak istiyorum demiyorlar. Onlar, çocuklarım doğru ekonomik fırsatlara sahip olabilecek mi, hak ettikleri eğitimi alabilecekler mi gibi sorularla uyanıyorlar.


“Türkiye Gösterdi ki Ortodoks Politikalar Çalışıyormuş”


Dünyanın en saygın ekonomistlerinden Raghuram Rajan, Türkiye’nin politika normalleşmesini in meyvelerini aldığını, önünde önemli fırsat penceresi açıldığını söyledi.


Küreselleşmenin azaldığı, dünya genelinde fragmantasyonun arttığı bir dönemdeyiz. Sizce dünya düzeni Trump yönetimi ve Çin’in tutumu göz önüne alındığında biraz daha zorlu bir sürece mi girdi?


Şu an itibariyle politikalar açısından bir fragmantasyon, bir parçalanma görüyoruz. Ama sahadaki gerçekliğe baktığımız zaman aslında küreselleşmenin yükseleşi durmuş olsa da tamamen sona ermedi. Sadece ticaret rakamlarına baktığımız zaman biraz daha yatay bir durum var. Peki bu rakamlar düşecek mi? Bence evet çünkü bu politikaların etkisi zamanla daha belirgin hale gelecek. Yatırım rakamlarına baktığınız zaman sınır ötesi yatırımların son birkaç yıldır azaldığını görüyoruz. Bunun sebeplerinden bir tanesi korumacılık endişeleri ve politikalardaki belirsizlik ve endişeler. Hangi ABD şirketi bu ortamda Çin’e daha fazla yatırım yapmaya istekli olur ki? Ya da hangi Avrupalı şirket Çin’le bağlantılarını daha güçlü kılabileceğine dair bir güven duyabilir? Yani bu sorular endişe veriyor çünkü geçmişte gördüğümüz küresel verimlilik artışları önümüzdeki dönemde aynı şekilde devam etmeyebilir. Bunu söylemişken şunu da eklemem lazım: politika yapıcılar yeni politikalar, yeni kurallar hayatta geçirirken bireyler ve şirketler genellikle bu kurallara uyum sağlamanın yolunu bir şekilde bulur. Yani hızlı bir örnek vereceğim. Önceki Trump yönetimi mesela Çin’e yönelik gümrük tarifleri, vergileri getirdiği zaman birçok Çinli firma Meksika’da ya da Vietnam gibi ülkelerde üretim merkezleri kurdu ve bu tarifelerden kaçınmaya çalıştı. Önümüzdeki dönemde de benzer çözümler bulabilirler mi? Bunu takip edeceğiz. Bireyler açısından bakınca dünya en son bu kadar bölünmüş ve kutuplaşmış olduğu dönemde alternatif bir para sistemi mevcut değildi ama şu anda kripto para birimleri, stable coin’ler ve benzerleri var. Yani bu konular üzerinde çalışmalar yapılıyor.


Acaba bunu alternatif olarak siz nasıl değerlendiriyorsunuz?


Bence burada iki ana mesele var. Bunlardan bir tanesi kripto paraların spekülatif bir varlık olarak kullanımı, diğeri de ödeme aracı olarak kullanımı. Ben biraz daha kripto paraların ödeme aracı olarak kullanımı üzerinde duruyorum. stable coin’ler çünkü bu sayede önlemlerin hızı artabilir. Ya da uluslararası para transferlerinde yaşanan aksaklıklar azalabilir. Kripto varlıkların değeri konusunu bir kenara bırakacak olursak uzun vadede çok fazla dijital teknoloji ortaya çıkıyor. Bunlar hem bireyler için hem de ülkeler için aslında finansal kapsayıcılık açısından çok büyük fayda sağlayabilir. Ve bu bir taraftan aslında büyük bir sorumluluğu da beraberinde getiriyor. Çünkü eğer şirketler sahip oldukları verileri kötüye kullanırsa, örneğin insanların almaması gereken krediler verilirse geri ödeme baskısı oluşabilir. Ve öyle bir noktaya gelinebilir ki dijital finansal sistemlerin yönetimi konusunda dikkatli olunması gerekebilir. ABD ve Çin gibi iki süper güç var ve onların teknoloji alanında da mücadele etmeleri gerekecek gibi duruyor.


Gelişmekte olan ülkeler açısından bakıldığında acaba bu iki süper güç arasında sıkışıp kalınması riski var mı? Aynı zamanda Avrupa ile bu süper güçler arasındaki teknoloji farkının artma ihtimali nedir sizce?


Evet bu büyük bir risk. Yani genel olarak tabii ki gelişmekte olan ülkelerle gelişmiş ülkeler arasındaki fark gittikçe büyüyebiliyor -özellikle de bu ülkelerin arasındaki teknolojik uçuruma bakınca- ama bu konuda aslında pek çok küçük şirket de var. Büyük şirketler seviyesinde modeler geliştiriyorlar. Bence hâlâ orada her yerde yeni inovasyon gerçekleşebilir. Ve bunun devam etmesi için inovasyonun korunduğu bir ortam sağlamak gerçekten de çok önemli. Bir yandan da iyi bir patent sistemine sahip olmak, dünya genelinde patent haklarına saygı göstermek ve tabii ki KOBİ’lerin geliştirdikleri bu patentleri dünya çapına satabilmeleri gerekiyor. Ben Avrupa’nın tamamen gözden çıkarılmaması gerektiğini düşünüyorum. Bence inanılmaz iyi kaynakları var, büyük yetenekleri var. Evet bazı alanlarda geri kaldılar ama bu toparlanmayacak bir durum değil. Peki başarabilecekler mi? Bence evet başarabilecekler. Mesela, Alman otomotiv endüstrisine bakın. Ben şöyle hissediyorum, biraz zaman verilirse orada bir toparlanma gerçekleşebilir. Kalite, güvenlik standartları güçlü. Ama tabii burada biraz dönüşüme ihtiyaçları var. Örneğin elektrikli araçlar gibi yeni tür araçlara geçiş yapmak için biraz zihniyet değişikliğine ihtiyaç var. Ama biraz zaman alacak, yine de olacaktır diye düşünüyorum. Bir nefes alanı oluşturabilirlerse -ABD’nin Japon otomobil üreticileriyle yaptığı gibi- Alman’lar da Çinli otomotiv üreticileriyle bir araya gelebilir, onlardan bir şeyler öğrenebilirler. Ama işte soru şu, Alman otomotiv endüstrisi Çin’den öğrenerek iş birliği yapıp daha ileriye gidebilir mi? Eğer bu olursa ki bence bu mümkün, ABD ve Çin arasındaki gerilimler belki de Avrupa ve Çin arasında daha fazla işbirliği için bir fırsat yaratabilir.


Son sorum Türkiye ile ilgili. Son konuşmamızda Türkiye’de farklı bir ekonomik program uygulanıyordu ve son bir buçuk yılda biraz daha geleneksel, ortodoks ekonomi politikalarına doğru gittik. Acaba Türkiye ekonomisini toparlanma sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?


Bence Türkiye doğru yolda ilerliyor. Türkiye’deki büyüme rakamlarına baktığımız zaman gerçekten makul seviyeleri görüyorum. Tabii ki bu ekonomik zorluklardan, yüksek enflasyondan toplumun belirli bir kesimi çok ciddi şekilde etkilendi. Ama bence Türkiye’de çok büyük fırsatlar var. Gazze’de, Lübnan’da, Suriye’de yeniden inşa projelerinde Türkiye’nin yer alması gerçekten çok önemli, çok iyi fırsatlar var. Ama aynı zamanda Avrupa ekonomisi toparlandıkça Türkiye için de başka bir fırsat alanı oluşabilir burada. Ben genel olarak umutluyum.





Dergi Erişimi
Dergi içeriklerini okumak için Bloomberg Businessweek Türkiye dijital dergisine abone olmanız gerekmektedir.Abone değilseniz abonelik satın alarak tüm dergi içeriklerine sınırsız erişim sağlayabilirsiniz
Abone Ol
Bloomberg Businessweek Türkiye'nin 66. Sayısı Yayında!
Bloomberg Businessweek Türkiye'nin 66. Sayısı Yayında!
İşte yeni sayıdan öne çıkanlar...
Borsada Doğru Bilinen Yanlışlar
Borsada Doğru Bilinen Yanlışlar
Borsada geçmişte doğru olsa da artık geçerliliği kalmamış, ya da eksik bilgiyle yorumlanan bazı popüler verilerin sosyal medya aracılığıyla geniş kitlelere ulaşması bu yanlış bilgi ve yorumların azalmadan devam etmesine neden oluyor. Teknolojinin bu denli gelişmesine karşın finansal okuryazarlığın düşük olmasının da etkisiyle yanlış bilgi, yorum ve analizlerin bazıları ise bireysel yatırımcıların fiyatlama davranışlarını olumsuz etkileyecek düzeyde yaygınlaşıyor.
Kaçırılmayacak Fırsatlar
Kaçırılmayacak Fırsatlar
Küresel rekabette geride kalan Almanya ve Türkiye aralarındaki işbirliğini geliştirerek kendilerine avantaj sağlayabilir.
2025’te CEO’ların Gündeminde Ne Var?
2025’te CEO’ların Gündeminde Ne Var?
Her sektörden birçok şirketin ana gündem konusu uzun zamandır inovasyon. Teknoloji ve yapay zekâ ile yakından ilgili olan inovasyonda geride kalan şirketler büyüme trenini kaçırma tehlikesiyle karşı karşıya.
Ücretlilerin Kısacak Harcaması Kaldı mı?
Ücretlilerin Kısacak Harcaması Kaldı mı?
TCMB’nin temkinli bir şekilde başladığı faiz indirimlerinin 2025’te sürmesi beklenirken, arzu edilen seviyede gerilemeyen iç talep, enflasyonla mücadelede set oluşturmaya devam ediyor. Toplumun bir kesimi yüksek sermaye geliri ile harcamalarını sürdürebilirken, ücret artışlarının sınırlı kalması iç talepte TCMB’nin arzu ettiği baskıyı yaratacak mı?
Tarihi Ticaret Anlaşması Yeniden Masada
Tarihi Ticaret Anlaşması Yeniden Masada
İsrail, BAE ve Bahreyn arasında yaklaşık beş yıl önce imzalanan ve diplomatik ilişkileri normalleştiren Abraham Anlaşmaları, genişleyerek Fas ve Sudan’a da ulaşmıştı. ABD Başkanı Donald Trump, Gazze’deki ateşkesin sağladığı ivmeyi Abraham Anlaşması’nı canlandırmak için kullanacağını söyledi. Peki Abraham Anlaşması’nın yeniden gündeme gelmesi Orta Doğu ve Türkiye açısından ne anlama geliyor? Anlaşmanın küresel ve bölgesel ekonomiye etkisi ne olur?
Teknolojik İkilemler Dünyasında Yön Bulmak
Teknolojik İkilemler Dünyasında Yön Bulmak
İnsanlık tarihte birkaç kez karşı karşıya geldiği radikal değişimlerden birisini yaşıyor. Yapay zekânın gelişimiyle birlikte birçok işin ortadan kalkacağına inanlar olduğu gibi, birçok yeni işin ortaya çıkacağını da düşünenler var.
Trump İle Birlikte ABD’nin Çevre Politikalarında U Dönüşü
Trump İle Birlikte ABD’nin Çevre Politikalarında U Dönüşü
ABD Başkanı Donald Trump’ın enerji politikalarında fosil yakıtları teşvik eden yeni adımları ve Paris Anlaşması’ndan çekilme kararı, küresel sürdürülebilirlik yatırımları üzerinde derin etkiler yaratıyor.
Küresel Ticaretin İsimsiz Kahramanı “En Çok Kayrılan Ulus (MFN) İlkesi”
Küresel Ticaretin İsimsiz Kahramanı “En Çok Kayrılan Ulus (MFN) İlkesi”
DTÖ MFN İlkesinin ağırlığını koruması, DTÖ’nün de işlevselliğini hâlâ büyük ölçüde koruduğuna işaret ediyor.
Stargate: Gezegenimizin 500 Milyar Dolarlık Yeni Sınavı
Stargate: Gezegenimizin 500 Milyar Dolarlık Yeni Sınavı
Teknoloji, insanlığın hizmetinde bir araç olarak kalmalı. Stargate, bu dengeyi kurmanın en büyük sınavlarından biri olacak.
Otomotiv Satış Sonrası Sektörünün Gözü Çin Yatırımlarında
Otomotiv Satış Sonrası Sektörünün Gözü Çin Yatırımlarında
Çinli otomobil firmalarının Türkiye’de üretime dayalı yatırımları otomotiv satış sonrası sektörünün istihdamına katkı sağlarken 2025 yılı için de bir güvence sunuyor.
Tarihte 21 Ocak 1976: İlk Uçuşunda Concorde ve Günümüz Elektrikli Araçları
Tarihte 21 Ocak 1976: İlk Uçuşunda Concorde ve Günümüz Elektrikli Araçları
Concorde’un başarılarından ve aksiliklerinden çıkarılan derslerle, elektrikli araç ekosistemi daha sürdürülebilir ve kârlı bir geleceğe doğru yön çizebilir.
Merkezci Politikacıların Göçmen İkilemi
Merkezci Politikacıların Göçmen İkilemi
Dünya genelinde göçmenlerle ilgili maliyetleri göz ardı ederek ekonomik faydaları vurgulamak 2024’te kazandıran bir seçim stratejisi olmadı.
ABD’de Birbirine Zıt İki Başkanın Tek Ortak Noktası: Ekonomik Popülizm
ABD’de Birbirine Zıt İki Başkanın Tek Ortak Noktası: Ekonomik Popülizm
İstihdam, refah veya sağlık ölçüt olarak kullanıldığında, işçi sınıfı için anlamlı bir kazanım bulmak zor, bu da önümüzdeki dört yılla ilgili soruları gündeme getiriyor.
Spor Ayakkabı Sektörünün En Hızlı Koşan Firması
Spor Ayakkabı Sektörünün En Hızlı Koşan Firması
On’un kafa karıştırıcı bir ismi, tuhaf tabanları ve komik bir logosu var. Öte yandan Avrupalı şirket koşu ayakkabısı ve rahat spor ayakkabı sektöründe yaşanan patlamayı da adeta domine ediyor.