Dünya ekonomisinin ağırlık merkezi Asya’ya doğru kayarken, önümüzdeki 10 yıl içinde dünya muhtemelen yeni bir ekonomik düzenin inşasına şahitlik edecek ya da de facto, bahse konu düzen kendisini tedricen dayatmaya başlayacak. Yine önümüzdeki beş yıl içinde Çin, ABD’yi geçerek dünyanın en büyük ekonomisi haline gelirken, Hindistan da Japonya dahil Batılı Ekonomileri geride bırakabilir. Bu değişim, G20 Ekonomilerinin ağırlığını Batılı G7 ülkelerinden Çin ve Hindistan’ın dahil olduğu BRICS ile diğer yükselen ekonomilere kaydıracak ve dünya ekonomisinin dinamiklerini kökten, topyekun bir dönüşüm geçirebilir. ABD’nin sürdürdüğü ticaret savaşlarının menfi etkilerine rağmen, Asya’nın ekonomik büyüme modeli, önümüzdeki yapay zeka temelli yenilikçi ekonomik süreçlerde, küresel ekonomi ağırlık merkezinin Batı’dan Doğu’ya kayması (“shift ing the center of world economic gravity”, Quah, 2011) olgusunu daha da kritik hale getirebilir.
Batı ekonomik üstünlüğünde tarihin sonu!
2008 yılı, küresel ekonominin 1929 Büyük Ekonomik Buhranı sonrası tecrübe edilen en büyük çöküşle sonuçlanırken, bahse konu finansal kriz Batı ekonomik ve siyasi sistemleri açısından ciddi bir jeopolitik darbe de teşkil etti. Amerikan Hazinesi’nin eski patronlarından Roger Altman’a göre, söz konusu ekonomik krizin etkisi, Washington ve Avrupa hükümetlerini hem uluslararası nüfuz projeksiyonları için gerekli kaynaklardan hem de küresel meselelerdeki liderlik rollerini sürdürebilmeleri için gerekli olan güvenilirlikten mahrum bırakmıştır (Altman, 2009). Her ne kadar bu zayıflıklar zamanla onarılabilir olsa da Avrupa ve ABD’deki ‘büyük Kurumsal Dejenerasyon (Nial Ferguson, 2008) dünya ekonomisinin ağırlık merkezinin Atlantik Ekonomilerinden uzaklaşarak Doğuya kaymasını hızlandırmış, Batı’ın son 300 yıllık hakimiyetinin gerileyiş sürecine güçlü bir menfi ivme kazandırmıştır.
2008 finansal krizi ve Batı’ya jeo-ekonomik darbe: Asya’nın yükselişi, Batı’nın gerileyişi
2009 finansal krizinin ardından başlayan küresel yeni ekonomik mimariye dair tartışmalar, Covid-19 salgını, hızlanan ABD-Çin, ABD-Avrupa arasındaki ticaret savaşları, Yapay zeka ve çip teknoloji gerginlikleri ile artan sıcak savaş eğilimleriyle daha da karmaşık bir hale gelmiştir. ABD’nin küresel ekonomideki payının azalması ve BRICS ve diğer gelişmekte olan ekonomileri yükselen etkisi, gerileyen Bretton Woods merkezli ekonomik sistemin sürdürülebilirliğini geri dönülemez şekilde sorgulamaya açmış görünüyor. 2008 finansal krizinden bir yıl sonra, Çin’in mal ihracatında ABD ve Almanya’yı geçerek dünya lideri konumuna yükselmesi, küresel ekonomik ağırlık merkezinin Asya’ya kaymasının sadece bir söylem değil Batı ve özellikle de sanayi ihracat devi Almanya ve Hegemon rolündeki ABD için çok acı bir psikolojik şok teşkil etti. Kriz öncesinde 2007 yılında Dünya ihracatından Çin yüzde 8,8, Hindistan yüzde 1,1 pay alırken 2023 yılında Çin’in payı yüzde 14,3’e, Hindistan’ın yüzde 1,8’e çıktı. Diğer yandan yine 2007 yılında Dünya ihracatının neredeyse yüzde 10’unu (9,6) tek başına gerçekleştiren Almanya’ın payı 2023 te yüzde 7,2’ye geriledi. ABD ise kısmi bir başarıya imza attı, 2007 yılındaki ihracat seviyesini cüzi bir artışla korudu (2007 yüzde 8,4, 2023 yüzde 8,5). Aslına bakılırsa, Batı/Atlantik ekonomileri, 2008 finansal krizi sebebiyle sadece askeri ve yumuşak güç (soft power) projeksiyonları ekseninde bir jeopolitik darbeye değil ekonomik üstünlüklerinin sonsuza kadar geride kaldığına dair jeoekonomik bir şokla da derin bir şekilde yüzleşmek durumunda kaldı. Bu süreçte, Asya’nın ekonomik modeli, Batı’nın ekonomik krizlerle zayıflayan liderliğini tamamlayıcı bir şekilde güçlendirdi. Tüm bu gelişmelerin ortaya çıkardığı yalın gerçek, sadece 1944 te teşkil edilen Bretton Woods Sistemi’nin miadını doldurduğunun ciddi şekilde hissedilmeye başlaması değil, üzerine inşa edilen sözde ABD Hegemonyası, büyük keşifler ve sömürgeleştirme (colonzation) dönemiyle başlayan 3-4 asırlık Batı üstünlüğünün de tarihe karışıyor olduğudur. Tüm bu gelişmelerin uluslararası siyasi ve iktisadi ilişkilere yansıması ise, artık yeni bir dünya ekonomi mimarisisin şekillendirilmesinin, jeopolitik çatışmalardan ari bir uluslararası siyasi düzen ile dengeli işleyecek çok taraflı ekonomik sistem için bir gereklilik olarak ortaya çıkmasıdır. Bu bağlamda, Türkiye’nin IMF ve Dünya Bankası’na mesafeli yaklaşımı ve çok kutuplu bir düzen arayışı, bağımsız bir ekonomik strateji geliştirme gerekliliğini daha da belirgin kılıyor. Peki, Türkiye milli menfaatleri ve devlet geleneği perspektifinden, tebarüz eden söz konusu yeni düzene ya da küresel ekonomik yönetişim sistemine nasıl hazırlanmalı, ne tür stratejiler geliştirmeli? Kanaatimizce, Türkiye, bu hızla değişen ve teknolojik sebeplerle ucu bir miktar da açık gibi duran yeni dinamiklerde, jeopolitik ve ekonomik çıkar ve rolünü net bir şekilde yeniden tanımlarken, çok kutuplu dünyanın gerektirdiği esnek ve bağımsız stratejiler geliştirmelidir.
Değişen küresel ekonomik güç dengeleri: Hindistan’ın beklenen kalkışı (Take off !)
2010-2020 yılları arasında Çin’in büyüme hızındaki yavaşlamaya rağmen, Hindistan’ın ivme kazanması Asya ekonomilerinin dünya ekonomisine sağladığı genel büyüme katkısını artırdı. Bu dönemde, BRIC ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) küresel ekonomi içindeki konumlarını daha da güçlendirdi, özellikle Çin ve Hindistan’ın liderlik ettiği Asya’nın artan etkisi, ekonomik düzenin Batı’dan Doğu’ya kayışını hızlandırdı.
Önümüzdeki 10-15 yıl içinde Hindistan’ın, önce mal ticaretinde ardından teknoloji ve hizmet sektörlerinde arz ve talep şokları yaratacak bir kalkış (take-off) sürecine girmesi bekleniyor. Bu kalkış, Hindistan’ı Asya’nın ekonomik lokomotifi haline getirirken BRICS’in küresel düzene etkilerini tamamen dönüştürebilir ve bu etkiler kalıcı hale gelebilir. Hindistan’ın bu olası yükselişi, yalnızca küresel ticaret ve yatırımlar üzerinde değil, aynı zamanda ekonomik güç dengelerinin yeniden şekillenmesinde de belirleyici olabilir.
Asya’nın ekonomik etkisinin bu denli artması, Batı merkezli ekonomik sistemlerin sürdürülebilirliğini daha fazla sorgulatırken, BRICS ülkelerinin liderliğindeki çok kutuplu bir ekonomik düzenin temellerini güçlendiriyor. Bu bağlamda, küresel ekonominin ağırlık merkezinin Batı’dan Doğu’ya kayışının hızlanacağı öngörülmektedir.
Çok Kutuplu Ekonomik Mimari ve Türkiye
Türkiye, tarihsel olarak bağımsızlık ve adalet odaklı bir ekonomik vizyon geliştirdi. 1932 Dünya Ekonomik Konferansı’nda sunduğu önerilerle, büyük güçlerin çıkar çatışmaları nedeniyle hayata geçememiş olsa da, dönemin BM’si Cemiyeti Akvam içinde benzer ekonomilerle birlikte 1929 krizi sonrası gelişmekte olan ülkelerin kalkınma finansmanı ihtiyaçları açısından, IMF ve Dünya Bankası yapılanmalarının embriyonik modellerine dair hazırladığı tekliflerle çağın ilerisinde bir vizyon ortaya koymuş. Önümüzdeki dönemde şekillenmesi beklenen yeni çok kutuplu dünya ekonomik düzeninde Türkiye, bu tarihsel tecrübeden ilham alarak, bağımsız bir politika alanı oluşturabilir, kalkınma ve yatırım finansmanı sahalarında, Dünya Ticaret Örgütü reformlarında, ağırlık kazanacak yeni teknolojik yönetişim süreçleri ile diğer kritik alanların bazılarında öncü rol oynayabilir.