Bundan yaklaşık bir ay önce dünyanın en fakir ama en mutlu ülkelerinden biri olan Nepal’deydim. Başkent Katmandu’ya ayak bastığınız anda şehirdeki Budist ve Hindu tapınakları, etrafta dolaşan kırmızı, turuncu ve beyaz kıyafetli Budist rahipler ve ölü yakma törenlerinden havaya süzülen tütsü dumanlarıyla oldukça mistik bir yere geldiğinizi anlıyorsunuz. Ancak Katmandu’nun UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan yüzlerce yıllık tapınakların bulunduğu ana caddelerden arka sokaklara gittiğinizde bambaşka bir Katmandu karşılıyor sizi: Kirli ve çamurlu sokaklar, kaldırımsız yollar, her köşede dilenenler ve yarınlar yokmuşçasına dört bir yandan üstünüze süren motosikletler.
Bu manzarayı eşe-dosta anlattığımda “Ay ben hayatta gidemem öyle yerlere” gibi tepkiler aldım. Ancak Nepalliler için durum hiç de öyle değil.
Birleşmiş Milletler (BM) tarafından yayınlanan “Dünya Mutluluk Endeksi” raporlarına göre Nepal, Güney Asya’daki en mutlu ülke. Gerçekten de tüm yokluğa ve fakirliğe rağmen yolda yürürken, bir yere giderken, vs. hep yüzleri gülen, mutlu insanlarla karşılaştım. Peki, sular mikroplu olduğu için duş alırken bile ağzınızı kapatmak zorunda kaldığınız, teknik altyapısı 70’lerde donup kalmış imajı veren bu ülkede insanlar nasıl olur da bu denli mutlu olabiliyor? Yaşadıkları tüm ekonomik ve sosyal sorunlara, yaşam koşullarındaki zorluklara karşın nasıl oluyor da yüzler gülüyor?
Yardımlaşma ve işbirliği kültürü
Nepal’deki meditasyon hocam Meghsha’ya bu soruyu yönelttiğimde müstehzi bir ifadeyle yüzüme baktı ve bıyık altından gülümseyerek, “Siz mutluluğu bireysel kurtuluşta arıyorsunuz, ancak mutluluk ancak paylaştıkça çoğalabilir, biz birbirimizi hiç yalnız bırakmayız” dedi.
Gerçekten de Nepal’de yaşayan bir insanın kendini yalnız hissetmesi diye bir şey söz konusu değil. Bunun sebebi ülkedeki nüfus yoğunluğu ve kalabalık değil, birbirini tanımayan bireyler arasında bile çok güçlü bir sosyal destek, yardımlaşma ve aidiyet hissiyatının olması.
Çok sayıda farklı etnik kökenden gelen, farklı dilleri konuşan ve farklı kültürlere sahip insanlardan oluşmasına rağmen Nepal toplumuna çok güçlü bir dayanışma ve işbirliği ruhu hakim. “Bağ kurmak” anlamına gelen ve herkesin birbiriyle bağ kurup yardımlaşmasını beraberinde getiren “sambandh” kültürü, Nepal toplumunun iliklerine işlemiş durumda. Aslında bunu bir nevi eskiden Anadolu’da yaşatılan “Ahilik ve imece” uygulamalarına benzetebiliriz. Bu yardımlaşma ve işbirliği kültürü nedeniyle bireyler arasındaki toplumsal aidiyet ve birlik duygusu da çok gelişmiş durumda.
Örneğin Nepal’de 2015’te meydana gelen büyük depremin ardından da Nepalliler hayatta kalmak için tamamen birbirlerine tutunmuş. Yıkılan evleri birlikte yapmışlar, gıda yardımlarını eşit bir şekilde bölüşmüşler, birbirlerine moral vermişler. Bu yardımlaşma kültürünün kökenindeyse, bireysel bencillikten tamamen uzak bir şekilde “Kolektif bir şekilde kurtuluşa” inanmaları, ve açgözlülük ve rekabet hisleriyle değil, tamamen dayanışma ve işbirliği hisleriyle hareket etmeleri geliyor.
Doğayla iç içe Yaşam
Güçlü toplumsal bağlara sahip olmalarının yansıra doğayla iç içe bir yaşamaları, basit bir hayat tarzını benimsemiş olmaları ve de spiritüel inançlarının güçlü olması da mutluluğun en önemli sebeplerinden.
Hepimizin malumu, dünyanın en yüksek dağı olan Everest Dağı’nın Nepal’deki Himalayalar’da yer alıyor. Himalayalar’ın bulunduğu turistik Pokhara şehrine gittiğinizde, dağlar ve göllerle çevrili doğanın güzelliğine hayran kalmamak mümkün değil. Henüz Everest’e tırmanmayı deneyecek kadar delirmedim ancak 2000 metre ittiafada bulunan Avustralya Üs Kampı’na kadar tırmandım ve tırmanırken gördüğüm doğanın ihtişamı karşısında geri kalan her şeyi unuttum diyebilirim.
Nepal’de gördüklerimden öğrendiğim kadarıyla fakir bir ülkede de mutlu olmak pekala mümkün, ancak bunun için öncelikli olarak “ben” değil, “biz” demeyi öğrenmek ve o “biz”in de tüm toplumu kapsaması gerekiyor.