Türkiye, doğal afetlerle sık karşılaşılan bir ülke. Depremler, yangınlar, seller... Her felaket sonrası benzer sahneler yaşanıyor: Yıkılan binalar, kayıplar, derin acılar. 6 Şubat 2023’te meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremler, 11 ilde büyük bir yıkıma yol açtı. Aradan iki yıl geçti, bölgedeki toparlanma süreci halen devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde Bolu Kartalkaya’daki yangında ise 76 vatandaşımızı kaybettik. Hepimizin canı yandı… Bu acıları unutuyor muyuz? Hayır. Ama unutmamak, bir şeyleri değiştirmeye yetmiyor. Asıl mesele, aynı hataların tekrar edilmesini önleyip önleyemediğimiz.
Önlem almak mı, sonradan üzülmek mi?
Türkiye’de afetlerle ilgili en büyük problem, yapmamız gerekenlerin olaylar yaşandıktan sonra konuşulması. Oysa esas mesele, felaketlerden önce ne yaptığımız. Yıllardır yapı güvenliğiyle ilgili eksiklikleri tartışıyoruz ve deprem yönetmelikleri güncelleniyor, ancak denetim süreçleri hâlâ kâğıt üzerinde kalıyor. Oysa olması gereken şey, şehirleri afetlere karşı dirençli hale getirmek. Yapı denetim süreçleri daha sıkı olmalı, sadece “denetlenmiş” olmak için değil, gerçekten güvenli yaşam alanları inşa etmek için adımlar atılmalı. Bir yangın felaketinden sonra orman yangınlarına karşı önlem almak gerektiğini konuşuyoruz, sel yaşandığında dere yataklarına inşaat yapmanın tehlikelerini hatırlıyoruz, deprem olduğunda ise yapı güvenliği ve kentsel dönüşümün önemini yeniden fark ediyoruz. Peki, bunları felaket yaşanmadan önce gündeme alabiliyor muyuz?
Kriz anında doğru iletişim şart
Felaket anlarında hızlı, güvenilir ve doğru bilgi akışı hayati önem taşıyor. Ancak ne yazık ki kriz anlarında iletişim kirliliği, panik ve koordinasyon eksikliği nedeniyle işler daha da karmaşık hale gelebiliyor. Özellikle kamu kurumlarımızın kriz yönetimi süreçlerini daha etkin hale getirmesi gerekiyor. Kriz yönetimi ise sadece devlet kurumlarının sorumluluğunda değil. Özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve en önemlisi bireyler de bu sürecin bir parçası olmalı. Afet zamanlarında yardımların organize edilmesi, doğru yerlere ulaşması ve uzun vadeli destek mekanizmalarının oluşturulması gerekiyor.
Ruhsal yaralar nasıl sarılacak?
Yıkımların ardından yapılar yeniden inşa edilebiliyor. Ancak insanların yaşadığı travmalar kolay kolay iyileşmiyor. Bir felaketin ardından fiziksel kayıpların yanı sıra psikolojik etkileri de göz ardı etmemek gerekiyor. Deprem, yangın, sel ya da başka bir felaket sonrasında insanlar yas sürecini yaşamalı ve duygularını ifade edebilmeli. Ancak bu süreçte psikolojik destek mekanizmalarının da devreye girmesi gerekiyor. Afet bölgelerinde psikososyal destek hizmetleri herkes için erişilebilir olmalı. Toplumsal dayanışma da bu noktada büyük önem taşıyor. Afetlerden sonra en büyük güç, toplumun bir araya gelerek birbirine destek olması. Ancak dayanışma kültürünü sadece afet anlarında değil, her zaman sürdürebilmeliyiz.
Felaketler ekonomiyi de vuruyor
Bir felaketin ardından sadece insanlar ve şehirler değil ekonomiler de zarar görüyor. Felaketler sonrası işletmeler kapanıyor, insanlar işsiz kalıyor, üretim aksıyor. Bu nedenle afet öncesi sürecin planlanması gerektiği gibi afet sonrası da toparlanma süreci iyi planlanmalı. Sadece geçici ve anlık çözümler üretmek yerine uzun vadeli ekonomik toparlanma stratejileri oluşturulmalı. Afet bölgelerinde küçük işletmeler desteklenmeli ve yerel ekonomiyi canlandıracak projeler geliştirilmeli. Bu konuda son iki yıldır dijital pazar yerlerinin afet bölgelere olan e-ticaret desteği de çok önemli bir rol oynuyor. Ayrıca sigorta sistemlerinin güçlendirilmesi, risk yönetimi politikalarının daha etkin hale getirilmesi de gerekiyor. Bir felaketin ardından sadece hasar tespiti yapıp enkaz kaldırmak yeterli değil; gelecekte aynı yıkımı yaşamamak için ekonomik sistemlerin de daha dirençli hale getirilmesi şart.
Gerçekten ders alıyor muyuz?
Her felaketin ardından “Bir daha böyle olmasın” diyoruz. Ama yıllar geçiyor, yeni bir felaket yaşanıyor ve benzer hatalarla yüzleşiyoruz. Önlem almak yerine kriz anında çözüm aramak artık bir alışkanlık haline geldi. Ancak bunu değiştirmek bizim elimizde. Yapılması gerekenler belli: Denetim mekanizmaları güçlendirilmelidir. Sadece kâğıt üzerinde değil, sahada gerçek denetimler yapılmalı. Kriz yönetimi süreçleri iyileştirilmeli. Kurumlar arasındaki koordinasyon artırılmalı, kriz anlarında doğru iletişim akışı sağlanmalı. Psikolojik destek mekanizmaları yaygınlaştırılmalı. İnsanların sadece fiziksel değil, ruhsal iyileşme süreci de desteklenmeli. Ekonomik sürdürülebilirlik sağlanmalı. Afet sonrası toparlanma süreçleri uzun vadeli planlanmalı. Felaketlerden ders almak demek, sadece üzülmek ve konuşmak değil; gerçekten harekete geçerek bir dahaki felakete hazırlıklı olmak demek. Bunu yapmadığımız sürece, her yeni felakette aynı acıları yaşamaya devam edeceğiz. Ve maalesef, doğa bizden ders almadığımız sürece sınavlarını da eksik etmeyecek.