“Oy veriyoruz ama seçemiyoruz” — Jan Øberg
İbn Haldun, Mukaddime’sinde, devletlerin yükselmesini güçlü bir milli dayanışma (asabiyet), çöküşünü ise bu dayanışmanın zayıflamasıyla açıklar. Zamanla zenginleşen ve lükse alışan toplumlar, asabiyetlerini kaybeder ve çöküşe giderler. Edwa rd Gibbon, Roma İmparatorluğu’nun Gerileme ve Çöküş Tarihi adlı eserinde “Büyük imparatorlukların çöküşlerinin, genellikle onları yaratan erdemlerin bozulmasıyla birlikte geldiğine vurgu yapar.” Niall Ferguson* Büyük Yozlaşma (The Great Degeneration, 2012, Allen Lane) kitabında sunduğu “dört kara kutu” analizi ile genel olarak Batı medeniyeti ve özel olarak da ABD’nin liderlik rolündeki gerilemenin, hatta çöküşlerine giden sürecin tahliline dair ‘dört kara kutu metaforu ekseninde basit bir çerçeve sunmaktadır. Ferguson’a göre, Batı toplumlarını ayakta tutan, onları yaratan dört temel erdem ya da dört temel sacayağındaki bozulma, bu toplumları çöküşe doğru sürüklemektedir.
Ferguson, ilk olarak, hukukun üstünlüğünün zayıflamış, yasal sistemlerin karmaşıklaşmış olmasına dikkat çeker ve lobicilik ile çıkar grupları, siyasi-sosyal sistemi etkisi altına almasına vurgu yapıyor. Bu durum, birey ve küçük girişimcilerin adalete erişimini zorlaştırır. İkinci olarak, kökleri Batı’da şekillenmiş temsili demokrasi, popülist politikalar ve kısa vadeli çıkarların etkisiyle uzun vadeli reformları yapamaz, kendisini yenileyemez hale gelir. Ferguson, özellikle 2008 büyük finansal kriz döneminde bu durumu ifade ederek, mali cephede aşırı borçlanma ve kontrolsüz kamu harcamalarının Batı’daki ekonomik sürdürülebilirliği tehlikeye attığını değerlendirir. Üçüncü olarak, Batı’daki hâkim sistem olan serbest piyasa düzeni, güç ve etkisini artıran tekelci eğilimler ile büyük şirketlerin piyasa üzerindeki hâkimiyetleri nedeniyle bozulur, yenilikçilik ve rekabet dinamikleri sekteye uğrar. Son olarak, Ferguson’a göre, bireyselleşme ve toplumsal bağlardaki zayıflama nedeniyle sivil toplum ciddi bir erozyona uğrar. Ferguson’a göre bu dört alandaki yozlaşma, Batı’nın küresel liderliğini tehdit ediyor ve gerekli reformlar yapılmadığı takdirde Batı güç kaybetmeye devam edecek.
Yazara göre, küresel liderlik, yalnızca askeri ve ekonomik güçle değil, aynı zamanda hukukun üstünlüğü, güçlü piyasa yapıları, demokratik değerler ve canlı bir sivil toplumun bir araya gelmesiyle mümkündür. Ferguson’un Kara Kutularını, ‘Hakim ekonomilerin uluslararası düzeni korumada oynadığı role vurgu yapan Charles Kindleberger’in Hegemonik İstikrar Teorisi’ üzerine oturttuğumuzda, ABD’nin küresel gücünün gerilemesi daha net gözlemlenebiliyor. ABD, sözde hegemonyasını ayakta tutan unsurları artık bir arada tutmakta giderek zorlanırken BRICS ve diğer ekonomilerin radikal şekilde artan pay ve etkinliklerinin Atlantik Ekonomik Sisteminin dünya ekonomisinde iktisadi hakimiyetlerini sona erdirdiği görünüyor. Dahası kara kutu analizlerinin de gösterdiği şekilde Batı’nın siyasi, sosyal, kültürel ve diğer kurumlarındaki topyekun çürümeye ilaveten en son Filistin’de meydana gelen insanlık trajedisine yönelik Batıdaki genel tavırları sebebiyle yumuşak güç ve medeniyet iddialarının da çok ciddi yara aldığı değerlendirilebilir.
Batıda ve ABD’de hukukun üstünlüğünün erozyonu ve meşruiyet kaybı
“İmparatorluklar adaletle kurulur ve korunur; adaletsizlik hükümranlığında tarihin sayfalarına gömülürler.” — İbn Haldun
Ferguson’a göre, Batı’nın başarısında hukukun üstünlüğü merkezi bir rol oynar. ABD’nin iç hukuk sistemi bir zamanlar hem vatandaşlarına hem de uluslararası topluma güven veren bir örnek teşkil ediyordu. Ancak günümüzde, hukukun üstünlüğü giderek erozyona uğramış, yasal sistemler karmaşıklaşmış ve çıkar gruplarının etkisi altında kalarak, daha çok belirli grupların menfaatlerini koruyan bir hale gelmiştir.
Lobicilik ve şirketlerin yasalar üzerindeki etkisi, küçük girişimcilerin ve bireylerin adalete erişimini engelliyor ve ekonomik eşitsizlikleri artırıyor. Bu durum, sadece iç politika açısından değil, uluslararası düzeyde de Batı’nın meşruiyetine zarar veriyor. Hukukun üstünlüğündeki zayıflama, ABD’nin küresel rolünü ve liderliğini tehdit ediyor çünkü yazara göre, adalet ve eşitlik, Batı’nın evrensel değerleri (!!) arasında yer alır.
Temsili demokrasi: İçeride ve dışarıda yıpranan güç
“Devletlerin çöküşü, üzerlerine kuruldukları ilkelerin çürümesiyle başlar.” — Alexis de Tocqueville
Ferguson, temsili demokrasilerin kısa vadeli çıkarlar uğruna uzun vadeli ekonomik ve siyasi istikrarı tehlikeye attığını savunuyor. ABD’deki artan siyasi kutuplaşma ve demokratik süreçlerdeki dengesizlikler, ülkenin uluslararası liderlik kapasitesini sınırlandırıyor. Popülist politikaların etkisi, özellikle ekonomik krizlerin ardından toplumların daha radikal çözümler aramasına yol açıyor. Kindleberger’in vurguladığı gibi, lider bir ekonomi hem içsel hem de dışsal uyum yaratabilmelidir.
Ancak ABD’nin dış politikadaki tutarsızlıkları, bu uyumu baltalıyor. ABD’nin Dünya Ticaret Örgütü Temyiz Organı (Yüksek Mahkemesi) Yargıç atamalarını tek başına veto etmesi ve dünya ticaretinin yüzde 98 kritik kütlesini yöneten bir teşkilatı felç ederek küresel ekonomiyi orman kanunlarına mahkum etmesinin etkilerini de tahlile ekleyebiliriz. Küresel ticaret artık kurallara bağlı olarak işlemezken, tanklar, toplar ve hatta nükleer silahlar orman kanunlarına bağlı küresel ekonomik ve güvenlik sürtüşmelerinin günlük söyleminin parçası haline gelmiş bulunuyor.
Serbest piyasa kapitalizmi: Baskın ekonominin kriz dinamikleri
“Ekonomik Güvenlik Milli güvenliğimizdir.” — Donald Trump
Niall Ferguson, “Darwinci Ekonomi” tezi ile ekonomik sistemlerin ve toplumların zamanla evrimleştiğini ve bu süreçte adaptasyon ile zayıfl amanın nasıl birbirini takip ettiğini inceler. Güçlü ve dinamik bir toplum, hem ekonomik hem de sosyal açıdan rekabetçi bir evrim süreci tecrübe etmelidir. Ancak, Batı toplumları ve özellikle Amerikan ekonomisi, geçmişteki büyüme ve rekabetçi avantajlarını kaybetmelerine neden olan bir tekelci eğilimle karşı karşıya. Ferguson’un Darwinci ekonomi anlayışında, toplum ve devletlerin başarılı olabilmeleri için doğal bir seçilim sürecinden geçmeleri gerekir. Toplumlar ne kadar yenilikçi ve esnek olurlarsa, krizlere karşı da o kadar dayanıklı olurlar. Batı’daki devlet ve iktisadi bünyedeki çürüme ve zayıflıklar, bahse konu “doğal seçilim” sürecini engellemiş ve devletlerin temellerinin çürümeye başlamasına yol açmıştır. Kurumlar ve sosyal yapıların aşırı bürokratikleşmeleri sebebiyle, Batı’da toplumsal yenilikçilik ve ekonomik dinamizm boğulmuş, sistem çürümüştür. Diğer yandan Niall Ferguson’ın Civilization: The West and the Rest kitabı, Batı’nın küresel üstünlüğünü sağlayan rekabet, bilimsel devrim, mülkiyet hakları, tıbbi devrim, modern finansal sistemler ve tüketim kültürü olmak üzere altı faktöre vurgu yapar. Bu unsurlar Batı’nın tarihsel başarısını inşa etmiştir. Ancak Ferguson, Batı’nın liderliğinin tehditlerle karşı karşıya olduğunu, özellikle Asya’da yükselen güçlerin, Batı üstünlüğünü sarsabileceğini savunur. Küreselleşme, Batı’nın kültürel ve ekonomik hegemonyasını zorlamakta ve Batı’nın küresel liderliğinin sürdürülebilirliği belirsizleşmektedir.
Sivil toplumun zayıflaması: Dayanışma yerine bireyselleşme
“Amerika’da her iki partide de birçok prensip sahibi adam var, lakin prensip sahibi parti yok.” — Alexis de Tocqueville
Anayasa Profesörü Merhum Bakır A. Çağlar, siyasi ve sosyal sistemleri anayasal sosyoloji açısından iki ana kategoride değerlendirir: Devletle yönetilen sistemler ve sivil toplumla yönetilen sistemler. ABD’yi, sivil toplumun önemli bir rol oynadığı ancak kurumsal olarak eksik yapılandığı bir model olarak tanımlamış, karşısında ise Kıta Avrupa’sının devlet merkezli anayasal modelini yerleştirmiştir. Ferguson da Batı toplumlarının ve özellikle ABD’nin başarısında sivil toplumun merkezi bir rol oynadığını vurgular. Ancak son yıllarda ABD’de sosyal sermayenin zayıflaması, sivil toplumun zayıflamasına paralel olarak toplumsal gerilemeyi de beraberinde getirmiştir.
Ferguson’a göre, tarihsel olarak güçlü sosyal kapitali olan toplumlar daha dayanıklı ve yenilikçi olup, ekonomik ve toplumsal kalkınma bu sebeple daha sürdürülebilir bünyeye sahiptir. İlaveten sosyal kapital, toplumda hukukun üstünlüğü, normlar, eğitim ve kurumsal güvene dayalı bünye arasındaki bağları güçlendirerek ekonomik dinamizmi artırır. ABD’de son dönemde şahit olunan merkeziyetçi bürokratikleşme, sosyal bağları zayıflatmış ve bu durum toplumsal çözülmeye yol açmıştır. Bu erozyon, bugün ABD’nin küresel liderlik yeteneğini içeriden zayıflatarak, uluslararası sistemin istikrarını da tehdit ediyor. Özellikle dış politikada, petrol, savunma sanayi ve etnik lobiler karşısında Amerikan sivil toplumunun ve bireyinin etkisinin azaldığı ve ABD dış politikasında toplumsal hesap verebilirliğin (accountability) çok zayıfladığı gözlemleniyor.
Kara kutulardan çıkış var mı? ABD’nin liderlik krizi ve Batı hakimiyetinin erozyonu
“Bir medeniyetin yükseliş ve çöküşünü, halkının ahlaki gücü şekillendirir; bu güç zayıfladığında, çöküş kaçınılmaz hale gelir.” — Ibn Haldun
Ferguson’un kara kutuları, ABD ve Batı medeniyetinin liderlik krizini anlamak için etkili bir analiz sunar. Hukukun üstünlüğündeki aşınma, temsili demokrasinin yozlaşması, serbest piyasa sistemindeki sapmalar ve sivil toplumun zayıflaması, yalnızca ABD’nin iç yapısını değil, küresel hegemonyasını da sarsıyor. ABD’nin küresel liderliği, ekonomik ve askeri güçle birlikte hukukun üstünlüğü ve Batı’nın evrensel değerleriyle pekişmişti. Ancak bu değerler, değişen dünya dinamikleriyle birlikte hızla aşınıyor.
BRICS ülkelerinin yükselişi, Batı’nın ekonomik hakimiyetini sona erdirirken, küresel ticaret artık daha çok güç dengeleriyle şekilleniyor. Bu durum, sadece ABD’nin ekonomik gücünü değil, ahlaki liderlik iddiasını da zayıflatıyor. Batı’nın Filistin’deki insanlık trajedisi karşısındaki sessizliği, Batı’nın yumuşak gücünü ve meşruiyetini sarsmıştır.
Ferguson’ın dört kara kutusu, ABD’nin küresel liderlik krizini aşabilmesi için yalnızca iç reformlar değil, uluslararası düzeyde güvenilirlik ve uyum sağlayacak yeni bir vizyon geliştirmesi gerektiğini gösteriyor. Ancak mevcut eğilimler, ABD’nin içindeki ve uluslararası sistemdeki krizlere çözüm üretmekte giderek daha aciz hale geldiğini işaret ediyor. Pax Americana’nın sürdürülemez olduğu, küresel sistemin dönüşüm sürecine girdiği açıktır. Dünya, çok kutuplu bir düzene geçiş yaparken, eski hegemonyaların yerini daha dengeli ve kapsayıcı bir sistemin alıp almayacağı sorusu ise hâlâ yanıt bekliyor.
Prof. Niall Ferguson, İskoç kökenli iktisat tarihçisi
Özellikle Batı medeniyet i - nin gerilemesi, küresel ekonomik ilişkiler, finansal krizler, emperyalizm ve uluslararası ilişkiler konularında derinlemesine analizler yapmaktadır. Ferguson, Oxford Üniversitesi’nde eğitim almış ve Harvard Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapmıştır. Ayrıca, Londra Ekonomi Okulu’nda (LSE) tarih profesörü olarak görev yapmıştır. Aynı zamanda geniş kuyucu kitlesine sahip bir yazardır. Kitapları, Batı’nın yükselmesi, çöküşü ve küresel hegemonya üzerine yapılan tartışmalara büyük katkılar sağlamıştır.
En bilinen eserlerinden biri, The Ascent of Money: A Financial History of the World (Para Yükselmesi: Dünyanın Finansal Tarihi), finansal sistemlerin tarihini inceleyen bir çalışmadır. Ayrıca, The Great Degeneration: How Institutions Decay and Economies Die (Büyük Çürüme: Kurumların Çürüyüşü ve Ekonomilerin Ölümü) adlı kitabı da Batı’nın toplumsal ve ekonomik çöküşünü ele almaktadır.
Bu kitapta, Batı’nın değerlerinin ve kurumlarının, içsel bozulma ve yetersizlik nedeniyle çözülmeye başladığını savunmaktadır. En bilinen eserleri: