Finansal sistem içerisinde bankacılıktan sonra en çok alan kaplayan sermaye piyasaları; ülkemizde 1985 yılında İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) adıyla başlayıp 2013 yılında Borsa İstanbul adını alan takas ve saklama hizmetleri platformu ile ivmelenen bir derinlik kazandı. Zaman içerisinde artan ilgi ile birlikte günümüzde sermaye piyasalarındaki yatırımcı sayısı 12 milyonu aşmış vaziyette.
Hisse senetleri, devlet iç borçlanma senetleri, fonlar, özel sektör borçlanma araçları gibi pek çok menkul kıymet; sermaye piyasaları çatısı altında yatırımcılarla buluşturuluyor.
Yatırımcılar; ellerinde bulunan kaynağı, gelecekteki getiri beklentileri doğrultusunda kaynak ihtiyacını karşılamak isteyen devletlere ve şirketlere yatırım yapmak üzere sermaye piyasalarına gelirler. Getiri beklentisi; sermaye piyasalarında, para piyasalarından farklı bir nosyonda oluşur. Para piyasalarında oyunun kuralları bellidir. Elde edeceğiniz getiriyi en baştan bilirsiniz. Sermaye piyasalarında ise teorik olarak borçlanma araçlarında bilirsiniz; ancak borsada bilemezsiniz.
Öngörü dediğimiz olgu; ülkemiz gibi gelişen ülkeler için o kadar berrak değildir. Oyunun kuralları değişir. Yatırım için oluşturduğunuz denklem kalabalık; hata payı ise yüksektir. Teoride yatırımcı sürpriz yapılması gereken kişi değil; getiri beklentisi karşılanması gereken ortaktır. İşte tam da bu yüzden; bizim gibi ülkelerde kaynağını sermaye piyasası araçlarından borsada değerlendirenlerin tamamı yatırımcı değildir.
Yatırımcısına sıklıkla sürprizler yapan borsamız; hayal kurdurur. Ama hayallerine erişene kadar kaynağı kurutma gücüne de sahip olduğu için yatırımcısını da yıpratır. Bu yüzden Türkiye gibi gelişen ülkeler için tasarruflarını sermaye piyasası araçlarından özellikle borsada değerlendirenlerin tamamına yatırımcı demek maalesef pek doğru değildir. Bu yüzden öncelikle yatırımcıyı, sonra diğer paydaşları; bir başka deyişle “oyuncuları” tanımlamak gerekir.
Yatırımcı kavramı; kar etmek amacıyla finansal sisteme para koyan kişi ya da kurumlar için kullanılır. Borsa örneğinde bu para; hisseleri halka açık bir şirkete ortak olma yoluyla gerçekleşir. Hissedar yatırımcıya parası karşılığında hisse verir. Dolayısıyla ilk soru yatırımcı açısından; “Kiminle ortak oluyorum?” olmalıdır. Sonrasında ise “kar etme” amacına ulaşmak için gerekli yatırım tezini tartışmamız gerekir. Yatırım yapılırken; ortak olunan şirketin mali tablolarını analiz ederek anlaşılabilecek performans ve geleceğe dair vadettiği potansiyel; şirketin yönetim becerisi, vizyonu ve faaliyet gösterdiği ülkedeki tüm makroekonomik koşullara dair öngörülerin tamamı yatırım tezi oluşturulurken etken olur.
Gelgelim borsada işlem yapanlar açısından bakıldığında; bence 8 milyonu aşkın yatırımcının büyük bir kısmı bir yatırım tezi ile yatırım yapmıyor. Bizim gibi derinliği az borsalarda; daha çok tüyolar, duyumlar ve grafikler konuşur. Bu yüzden yatırımcı kavramının içini boşaltmadan; bizim borsamızın hareketini öngörebilmek için konuya davranışsal olguları dâhil etmek gerekir. Paydaşlardan traderları, kurumsal yatırımcıları çıkardığımızda; bireysel yatırımcıların hayallerine hızlı ulaşmak için sabırsız olduğunu ülkemizde görmezden gelemeyiz. Bunu hisseyi elde tutma sürelerinin kısalığından tutun da, kredili işlem büyüklüğüne kadar birçok parametreden okuyabiliyoruz.
Gelişmiş ülkelerde “yatırımcı” kavramını tabana yaymak; yani bireysel yatırımcının sermaye piyasalarına güvenini sağlayarak tasarruflarını burada yatırıma dönüştürmesini teşvik etmek yıllar aldı. Elbette güven sağlamak söz konusu para ise emek ve zaman istiyor. Sermaye piyasalarını derinleştirmek bizim gibi kaynak ihtiyacı olan ülkeler için bu kadar elzemken; bizim de ülke olarak bu emeği sarf etmemiz ve güveni sağlamamız gerektiğini düşünüyorum. İşte bu yüzden; paydaşları “oyuncu” kimliğinden “yatırımcı” kimliğine terfi ettirebilmek için; güven, eğitim ve emek şart diyebiliriz.