Türkiye, dünyanın hemen hiçbir ülkesinde bulunmayan bir geçmişe sahip.
Enflasyon ile yaşama pratiği.
Dünyada başka hiçbir ülke Türkiye kadar uzun süre yüksek enflasyon ile yaşayıp hiper enflasyona gitmeden bunu sürdürememiştir.
Türkiye’nin iktisadi geçmişi, yüksek enflasyon ile doludur.
Bu bazen savaşlar, bazen arızi şoklar, bazen de döviz açığı kaynaklı yokluk etkisiyle gerçekleşti. Ancak, Türkiye’nin uzun süreli yüksek enflasyon ile imtihanı, asli olarak Turgut Özal’ın uygulamaya aldığı açık ekonomi politikası çerçevesinde ithal malların fiyatlarının artışıyla başladı.
Bunun yarattığı toplumsal etkileri bertaraf edebilmek adına parasal ve kamu kaynaklarının irrasyonel dağıtımı ile alınan önlemler, Türkiye’yi uzun süreli çok yüksek enflasyon döngüsüne soktu. Bu dönemin iki önemli sonucu oldu.
Birincisi toplumun yüksek enflasyon ile yaşamayı öğrenmesi, diğeri ise dövizleşme eğiliminin artışı. Yüksek enflasyonla yaşamayı öğrenmek, “Bugün almadığım ürün yarın daha pahalı olacağı için, imkanımı zorlayıp bugünden almak benim için faydalıdır” temeline dayanıyor.
Para politikasında son iki yılda yapılanların yarattığı yüksek enflasyon ve iki yıl üst üste yüzde 65’lerde kapanan sene; Türkiye’ye 2005 sonrasında kazandığı enflasyonsuz yaşama pratiğini kaybettirme riski yaratıyor.
Çünkü ortanca yaşı 33 olan Türkiye’de insanlar kendileri açısından rasyonel olanı tercih etme eğilimi gösteriyor, ücret artışları da kredi kaldıracı kesilmesine rağmen bu eğilimi beslemeye devam ediyor.
Nobel ödüllü iktisatçı Kahnemann’ın “Hızlı ve Yavaş Düşünme” çalışmasında altını çizdiği gibi, insanın beyninin iki çalışma düzlemi var.
Birincisi düşünmeden, iç dürtüsel olarak, refleksleşmiş şekilde hareket ettiğimiz “otomatik sistem.” İkincisi ise düşünerek karara vardığımız, kurallara dayalı düşünsel sistem.
Bugün Türkiye’de insanlar, ihtiyaç duydukları şeyi alırken ikinci sistemi kullanmaya gerek duymadan, otomatik olarak alım davranışını gerçekleştiriyor. Çünkü rasyonel ve doğru olanın bu olduğuna inanıyor.
Merkez Bankası’nın önündeki en büyük engeli de bu oluşturuyor. İnsanların harcama kararını verirken, düşünsel hareket edebilmesini; yani ikinci sistemini devreye sokabilmesini sağlamak.
Nobel ödüllü iktisatçı Richard Thaler, insanların iktisadi davranışlarını incelerken, “dürtme” kavramını kullanıyor ve şöyle tanımlıyor: “İnsan davranışlarını tahmin edilecek şekilde, seçenekleri yasaklamadan ya da insanların muhatap oldukları teşvikleri değiştirmeden yönlendiren seçim mimarisine ‘dürtme’ diyoruz.
Thaler, elbette bunu bir davranışa güdüleme çerçevesinde bakıyor. Ancak buna tersten bakmak da mümkün.
Örneğin, Türkiye bazından gidecek olursak şunları söyleyebiliriz: “Türkiye’de insanlar fiyatlar açısından çıpalama imkanlarını kaybetti; çünkü artık doğru fiyatın ne olduğu bilinmiyor.” “Türkiye’de insanlar, sürekli ve her yerde pahalılığı gördükleri için, geleceğe dönük tahminlerini duydukları değil, gördükleri ile yapmaya meyilli haldeler.”
Çünkü Thaler’in de altını çizdiği gibi; “insanlar kaybetmekten nefret eder.”
Sürekli ve yüksek enflasyon, insanların kaybetme duygusunu körüklüyor.
Ekonomi yönetiminin işi, bu nedenle zor.
Döngüyü kırmazsak, kemikleşme riski belirecek.