Yıl bitti, enflasyon rakamı açıklandı.
İki yıl üst üste yüzde 60’ın üzerinde enflasyon ile tamamlanmış oldu.
Asgari ücret rakamı açıklandı, yılın ikinci yarısındaki enflasyon yüzde 37 iken, buradaki ücret artış oranı yüzde 49 oldu.
Özel sektördeki ücret artışlarının da hemen hemen bu seviyeye yakın şekillenmesini bekliyoruz.
Çalışanların önemli bir bölümü, maaşlarını hakkedip alıyor.
Yani, önce çalışıyor sonra maaş alıyor.
Yani ilk zamlı maaşlarını Şubat ayında almış olacaklar.
Ancak yeni yıl ile birlikte, fiyatı yönetilen, yönlendirilen kalemlerde kamunun yaptığı yüksek oranlı zamlar da devreye girdi.
Yeniden değerleme oranı yüzde 58 olduğu için, vergi ve harçlara bu oranda zam yapıldı.
Akaryakıta ÖTV uyarlaması üzerinden gelen büyük bir zam oldu.
Gelen bu yeni zamlarla birlikte, Ocak ayında enflasyonun önceki aylarda oturduğu yüzde 3’lerdeki bandının üzerine çıkacağını öngörmek mümkün.
Zira tüm kalemlerde ve özellikle hizmetlerde fiyatlardaki artış, anında devreye girmiş gibi görünüyor.
Örneğin özel okullar için 2024 yılı ücret artış oranı (eğer önceki formülle uygulanacak ise) yüzde 59.5 artışa işaret ediyor.
Hizmetler sektöründe ücret ve maliyet artışları çok hızlı bir şekilde fiyatlara girmeye başlamış gibi görünüyor.
Ekonomistlerin beklentilerine baktığımız zaman son aylardaki yüzde 3’ler civarında seyreden aylık enflasyon temasının Ocak ayında bozulma olasılığının yükseldiğini anlıyoruz.
Kısacası maaş artışları gelmesine rağmen, zammın bir bölümü henüz maaş gelmeden erimiş olacak. Burada iki önemli unsur olduğunu söylemek mümkün.
İlki satıcı tarafı. “Liralaşma stratejisi” adı altındaki deneysel uygulamaya başladığımız Eylül 2021 tarihinden bu yana enflasyon endeksindeki artış yüzde 226.
2021 yılını yüzde 36, sonraki yılı yüzde 64, geçen seneyi ise yüzde 65 enflasyon ile kapattık.
Üç yıl süren yüksek enflasyon, fiyatlama davranışını tarumar etti.
İnsanlar fiyatlarda kıblesini yitirince, herhangi bir ürün için “ederi budur” deme yetisini kaybetti.
“Pahalı” neye göre pahalı, “makul” neye göre makul, bunu hesaplama imkanı kalmadı.
Böyle olunca her ürün kendi ederinde değil, satıcısının “yeterinde” fiyatlanmaya başlandı.
Bazı üründe satıcı etikete kendi maliyetine belirsizlik primini, bazı üründe gelecekteki enflasyon riskini ekleyerek, bazı üründe ise tutturabildiği fiyat neyse onu yazmaya başladı.
Çünkü bir yandan da enflasyona karşı kayıpları telafi edebilecek ücret artışları geliyor ve canlı olan ekonomide fiyatı ne koyarsanız koyun satabiliyordunuz.
Bu davranış bozukluğunu ve ticari ahlakı bozan tutumu bir yerde kırmamız gerek.
İkinci önemli konu ise alıcının algısı.
Sürekli yüksek enflasyonla yaşayan homo-ekonomikus’tan beklenen davranış; yarın daha pahalı olacağını bildiği malı bugün almasıdır.
Ömrü kıt kaynağı ile hayatta kalma çabası ile geçen Türk halkı için, rasyonel olan bu davranışın birebir çalıştığını söylemek mümkün.
Bunun yarattığı ekstra talebi bir aşamada kırmak gerekecek.
Ancak bu talebi kesebilmek için gerekli unsurların başında ücret döngüsünün kırılması geliyor.
Seçim, bu ücret döneminde döngüyü kırmaya izin vermedi ve asgari ücret artışı yüzde 49 oldu.
Bir diğer döngü kırıcı unsur ise ekonominin hissedilir bir şekilde yavaşlamaya başlaması olacak.
Ekonomi yavaşlayacak, şirketlerin ücret artışlarını kompanse etme imkanı azalacak, dar marjla çalışan sektörlerde işinin devamlılığına dair belirsizliği görecek ve harcamayı kısması gerektiğini anlayacak.
Bu maalesef çok acı ve can yakıcı bir süreç.
Birçok çalışan, kendi tercihleri olmayan bir politika bileşiminin faturasını işleriyle ödemek zorunda kalacak.
Ekonomi yönetimi sürekli ve sıklıkla iç pazardaki yavaşlamaya hazır olunması yönünde çağrıda bulunuyor.
Dolayısıyla en fazla risk altında olan sektörlerin iç pazar ağırlıklı çalışanlar olduğunu söylemek mümkün.
Ancak dış pazara çalışıp düşük marjla hacim yaparak para kazanan işletmeler için de ortam pek aydınlık görünmüyor.
Şu ana kadar bu sıkılaşmayı sağlamak için atılan adımlar, belirli ölçüde işlev görüyor.
Mesela PMI verisi, dış pazardaki yavaşlamanın da etkisiyle imalat sanayinde altı aydır daralma bölgesinde kalıyor.
Ancak iç tüketim tarafında pek bir yavaşlama sinyali yok.
Kredi kartı harcamalarına baktığımız zaman geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 120 arttığını görüyoruz.
Kartla yapılan BES ödemeleri hariç baktığımızda da talebin canlı kalmaya devam ettiğini söylemek mümkün.
Yapılmak istenen sıkılaşmayı güçleştiren konulardan bir diğeri ise likidite yönetimi.
Piyasa hali hazırda gerek mevduat-kredi döngüsünden, gerek kur tercihlerinden, gerekse KKM dönüşlerinden kaynaklanan gerekçelerle ihtiyacından fazla TL bulabiliyor.
Miktarsal sıkılaşma için yapılan depo ihalelerine rağmen piyasada yaklaşık 400 milyar TL fazla likidite var.
Bu hem mevduat faizlerini aşağı çekiyor hem de kredi faizleri üzerinde aşağı çekici rol oynuyor.
Dolayısıyla beklenen ölçüde sıkılaşma için daha agresif hareket zorunluluğu olacak gibi görünüyor.
Bu konudaki iki makalemizi de sonraki sayfalarda bulabileceksiniz.
Sonuç; enflasyonla mücadele için hem satıcının hem alıcının davranışının düzelmesi, likidite koşullarının da bu düzeltmeyi sağlayıcı nitelikte olması gerek.
Henüz yolun başındayız derken, gerçekten başında olduğumuzu unutmamak gerekiyor…