Dünya ekonomisi tıpkı insan ömründe olduğu gibi aşağı yukarı 10’ar yıllık dönemlerde iniş çıkışlar yaşar. Yani bir 10 yıl çoğu açıdan iyiye, bir 10 yılda da kötüye gidersiniz. Küreselleşmenin getirdiği entegrasyon elbette nerdeyse her ülkeyi kaldırıp ilerlemeye zorladı. Dolayısıyla geldiğimiz noktayı dünya ekonomisi için iki ileri bir geri olarak özetleyemeyiz, haksızlık olur. Bahsettiğim iniş çıkışlar ne kadar sert olursa gelişmiş ülkelerden o kadar uzaklaşıyorsunuz. Dolayısıyla başka ülkelerden gelen yatırımcıların ilgisini kaybetmek ya kolaylaşıyor ya da ilgisini kazanmak için ödeyeceğiniz maliyet artıyor.
Şimdi ise tüm dünya için rahat bir nefes alma zamanı yaklaşıyor diyorduk. Enflasyon sakinleşmişti ve merkez bankalarına daha fazla büyümeyi sıkmadan indirim penceresi açmıştı. Fed ilk indirimin Eylül’de gelebileceği sinyalini verdi. Piyasa bu sinyal öncesinde daha geç olmasını bekliyordu. ECB hali hazırda indirime Haziran’da gitmiş ama yavaş ilerliyordu. Danimarka’dan Kanada’ya birçok ülke Fed’e gelmeden faiz indirimlerine zaten başlamıştı. Dolayısıyla dünyada sermaye, kendisine net bir rota tayin edemese bile, en azından umutluydu. Biz sermaye piyasalarında umudu, para piyasalarına kıyasla daha hızlı ve net görürüz. Öngörü fiyatlamalara girer.
Yukarıda kabaca özetlemeye çalıştığım para politikalarının sıkılığının küresel ekonomik büyümeyi baskı altında tutması, sermaye piyasalarına da nefesleri tutturuyordu. Yatırımcılar, dünyadaki enflasyonu yenmek için bu duraklamayı aşma potansiyeli olanlara, daha yüksek kar etmek için işgücü maliyetleri, yatırımlar, borçlanma maliyetlerini daha az düşünmesi gereken teknoloji şirketlerine yatırım yaptı. Tam para politikası büyümeye nefes aldıracak dediğimiz kısa sürede ivme yakalayan sermaye piyasaları bir hafta içerisinde ciddi biçimde sallandı.
Bu hafta başında küresel ölçekte yaşanan hisse senetleri piyasasındaki erime için eminim herkesin kendince bir açıklaması vardır. Ancak gözüme çarpan bu sebepler, o denli bir sarsıntıyı açıklar mı emin değilim. Yine de tarihe bu sarsıntıyı not düşmek adına belki üç gerekçeye değinebiliriz. İlki İran-İsrail gerginliği. Jeopolitik riskler, dünyanın neresinde olursa olsun hisse senetleri üzerinde hissedilen en ufak kaygının gerekçesi olarak sayılabiliyor genel kabul olarak. İkincisi Japonya’nın beklenmedik faiz artırımı. Üçüncüsü ise ABD’de resesyon beklentilerinin bir anda canlanması olarak sayılabilir. Hatta bir de sonrasında Fed’den ara toplantı haberleri çıkmaya başlamıştı. Bence neresinden tutarsanız bu üç gerekçe de bu hafta gördüğümüz satışı tam olarak açıklayamıyor. Jeopolitik tarafında söz konusu haber akışının canlanması hemen her zaman dediğim gibi kabul edilebilir. Hali hazırda dünyada hem tansiyon yüksek, hem de bir yandan seçimlerin yoğun olduğu bir yılın içerisindeyiz.
Diğer yandan ekonomiler, seçim yarışında olanlar için ne çok iyi ne de çok kötü durumda. Ağır aksak bile olsa iyi ya da kötü acımasız eleştirilere ya da abartılara mahal vermeyecek kadar belirsizlik barındırıyor bence. Tüm bunların yanında Japonya konusunun teorik olarak hisse senetlerine negatif yansıyabilecek nitelikte olduğunu ama niceliksel olarak böyle bir satışa yol açamayacak ölçekte olduğunu söyleyebilirim. Aniden ortaya atılan ABD resesyon beklentileri ile Fed’den ara toplantı beklentileri ise, paniğin, haberlerin hızla yayılması konusunda nasıl bir tetikleyici olduğunu gösteriyor. Halbuki ara toplantı gibi bir şey resesyon endişesi ile gündeme geliyorsa, bunun sonucu resesyonu daha derin fiyatlayacak hisse senetlerini üzecek bir kararla sonuçlanması zaten beklenemez.
Parayı anlamak bazen zor olabilir. Hatta piyasalarda her zaman her şeyin sebebini bilmek ya da anlamak mümkün olmayabiliyor. Böyle durumlarda söz konusu olan kendi portföyünüzse ve ekonomik gidişata göre yatırım yapıyorsanız, daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi sis henüz dağılmadı. Ancak dağılmasa bile; artık ilerlemek zorunda olduğumuz için mecburen dağılacak. Çünkü ekonomilerin artık nefes alması gerekiyor diye düşünüyorum.