8 Mart Kadınlar günü yaklaştıkça bu konuda yazılıp çizilenlerin raporların makalelerin arttığını görürüz, tıpkı bu yazı gibi. Bugünün “Kadınlar günü” olarak ilan edilmesine dair pek çok rivayet var. Bunlardan biri; 1857’de New York’ta 8 Martta ilk defa tekstil sektöründe çalışan kadın işçilerin haklarını korumak adına (daha az çalışma saatleri ve daha doğru ücretlendirme) eylem yapmasıyla tarihe geçmiş bir gün. Başka bir rivayet ise 1909’da ABD’de Sosyalist Parti’nin önderliğinde kutlanmaya başlanması. Tüm bu eylemlerin temelinde yatan talep ise, oy kullanma hakkı, kamuda rol alma hakkı ve istihdamda cinsiyet ayrımcılığına son verilmesi isteği. Buna benzer pek çok tarih ve yaklaşım olmakla beraber Birleşmiş Milletler 1975 yılını Uluslararası Kadın Yılı ilan ediyor ve 1977’den sonra da 8 Mart Kadın Hakları Günü olarak kutlanmaya başlanıyor. Bu süreçteki en önemli adım ise, oldukça geç kalmış olmakla beraber 1993 yılında Viyana’da yapılan “İnsan Hakları Dünya Konferansı” oldu. Ve ardından da yayınlanan “Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması Bildirgesi”. İstatistiklere göre halen daha dünyadaki üç kadından biri şiddete maruz kalmakta.
Her ne kadar bu konunun en hassas noktası insan hakları olsa da ben biraz daha iktisadi tarafına değineceğim. Bugün 8 milyarlık dünya nüfusunun yarısı kadınlardan oluşuyor. Dünya Bankası verilerine bakarsak, işgücüne katılım oranı erkeklerde yüzde 80 iken kadınlarda bu rakam yüzde 50’nin az üzerinde. Türkiye’ye baktığımızda ise bugün 32 milyona ulaşan istihdam sayısının 10,4 milyonu kadın. Yani üçte biri. Yüzde 8,8 olan işsizlik oranına baktığımızda erkeklerde işsizlik oranı yüzde 7, kadınlarda ise yüzde 12. Elbette sadece bu TÜİK verisini baz alırsak. Verinin metodolojisinin ne boyutta sağlıklı olduğunu tartışmıyoruz. Dünyada da bugün işgücünün yüzde 48’i kadınlardan oluşuyor.
İş hayatında cinsiyet ayrımcılığın bir diğer önemli göstergesi de ücret farkı. Kadınların kariyerlerinin ortalarında aldıkları ücret plato yaparken, erkeklerin emekli olana dek aldıkları ücret artış göstermekte. İş yaşamlarının ilk dönemlerinde kadınlar aynı seviyede çalışan bir erkekten yüzde 10 daha düşük ücret alırken kariyer basamaklarını tırmanan bir kadında ilerleyen yaşlarda bu fark yüzde 20’ye yükseliyor.
Kadınların iş gücündeki rol ve etkisinin yıllık ölçümü pek çok kuruluş tarafından yapılıyor. Bunlardan bir tanesi de The Economistin Cam Tavan Endeksi.
The Economist’in Cam Tavan Endeksi, OECD ülkeleri grubundaki genellikle zengin ülkelerde kadınların iş gücündeki rolünü ve etkisini ölçüyor. Dört Kuzey Avrupa ülkesi—İsveç, İzlanda, Finlandiya ve Norveç—endekste çalışan kadınlar için en iyi yerler olarak başı çeker. Kadınların hâlâ aile ile kariyer arasında bir seçim yapmak zorunda kaldığı Japonya ve Güney Kore gibi ülkeler, listenin en altında yer alıyor. Bir ülkenin endeksteki başarısı, cinsiyetler arasındaki ücret farkı, ebeveyn izni, çocuk bakım maliyeti, eğitim düzeyi ve kadınların üst düzey yönetimlerde ve siyasi pozisyonlarda yer alabilmeleri gibi 10 farklı metrik üzerinden değerlendiriliyor. Tüm kadınları (örneğin iş gücüne katılım gibi) etkileyen göstergelere daha fazla önem verirken, sadece bazı kadınları etkileyenlere (örneğin doğum izni ödemesi gibi) daha az önem veriliyor. Babalık izni de endeks hesaplamalarına dahil edilmiş durumda. Araştırmalar gösteriyor ki, babaların ebeveyn iznini kullanmaları durumunda, annelerin iş gücüne geri dönme olasılığı artıyor, kadın istihdamı yükseliyor ve erkeklerle kadınlar arasındaki ücret farkı azalıyor.
Öte yandan bu endekste Türkiye’nin nerede yer aldığına bakarsak da, en alt sıralarda olduğumuz gözüküyor. Dünya Bankası’nın, 190 ekonomide toplumsal cinsiyet eşitliğinde sağlanan ilerlemenin değerlendirildiği “Kadınlar, İş Dünyası ve Hukuk 2024” raporuna göre dünya genelinde iş dünyasında kadınlara yönelik cinsiyet ayrımcılığı ise düşünülenden çok daha büyük. Özetle hiç bir ülke kadınlara eşit fırsat sunmuyor. Ve bu konu ne kadar gündemde olursa olsun özellikle insan hakları konusunda dünya kayda değer bir ilerleme de sağlayamıyor.