Dünya giderek keskinleşen bir ekonomik kutuplaşmaya sürüklenirken, Birleşik Krallık’ın ABD ile Çin arasında nasıl bir rol üstlenmesi gerektiği son dönemde İngiltere’nin ekonomi politikalarında ve küresel pozisyonlanmasında belki de en kritik tartışmalardan biri haline geldi. İki dev güç arasında yoğunlaşan ekonomik savaşta Birleşik Krallık akıllıca bir oyun oynamaya çalışıyor, iki taraf arasında bir köprü görevi üstlenmeyi hedefliyor.
Devlet kontrolündeki Çin fonlarının FTSE 100 endeksinde 90 milyar sterline yakın yatırım yaptığı bir dönemde, ABD ile Çin arasında yoğunlaşan ekonomik savaş, ülkeleri taraf seçmeye zorluyor.
ABD Başkanı Donald Trump’ın liderliğinde giderek sertleşen ticaret politikaları yüzünden Çin ile gerilim doruğa ulaşmış durumda. Çinli dev şirketler Alibaba, JD.com ve Baidu’nun New York Borsası’ndan çıkarılması gündemde. Bu gelişmeler, fiilen Barack Obama döneminde başlayan ve Joe Biden döneminde devam eden iki dev ekonomi arasındaki kopuş sürecinin artık geri dönülemez bir ekonomik soğuk savaşa evrildiğini gösteriyor.
Böyle bir tabloda, İngiltere Hazine Bakanı Rachel Reeves’in “Çin ile ekonomik bağlarımızı koparmamalıyız” açıklamaları ve Londra Borsası’nın Çinli şirketlere açtığı kapılar, hükümetin “her iki tarafla da ticaret yapabilme” umudunu yansıtıyor.
FTSE’ye sessiz sermaye akışı
Argus Vickers tarafından yapılan analiz, Çin Merkez Bankası ve Çin Yatırım Şirketi (CIC) gibi devlet destekli kurumların, AstraZeneca, Barclays, Severn Trent, EasyJet ve hatta savunma devi BAE Systems gibi stratejik öneme sahip FTSE 100 şirketlerinde yüz milyonlarca sterlinlik hisselere sahip olduğunu gösteriyor. Önümüzdeki aylarda Londra Borsası’nda işlem görmeye hazırlanan moda devi Shein’ın halka arzı gerçekleştiğinde, yıllardır Londra’da gerçekleşen en büyük halka arzlardan biri olacak ve New York Borsası’ndan uzaklaştırılan şirketler için cazip bir alternatif oluşturacak.
Araştırma, FTSE 100 endeksinde yer alan şirketlerdeki Çin yatırımlarının Aralık 2022’deki 64 milyar sterlin seviyesinden bugün 88 milyar sterline çıkarak yaklaşık yüzde 40 oranında arttığını ortaya koyuyor. Bu durum, Pekin’in yaklaşık 2,1 trilyon sterlin değerindeki İngiltere’nin önde gelen borsa endeksinin yaklaşık yüzde 5’ini temsil eden hisseleri satın aldığını gösteriyor.
Argus verileri, İngiltere borsasına on milyarlarca sterlinlik yatırımın ardındaki nihai kaynağın Çin’e kadar izlenebildiğini ortaya koyuyor. Bu gelişme, hükümetin British Steel şirketinin kontrolünü ele geçirmek zorunda kalmasının ardından, Çin’in İngiltere varlıklarında artan sahipliğiyle ilgili büyüyen endişelerin ortasında geliyor.
İngiltere, Çin yatırımları açısından üçüncü hedef ülke
Amerikan düşünce kuruluşu American Enterprise Institute’un şirket raporlarına dayalı bağımsız tahminlerine göre, 2005 ile 2024 yılları arasında Çin’in Birleşik Krallık’taki kamu ve özel sektör yatırımları toplamda yaklaşık 82 milyar sterlin seviyesine ulaştı. Bu da, söz konusu dönemde İngiltere’yi, Çin yatırımları açısından ABD ve Avustralya’nın ardından dünyanın üçüncü büyük hedef ülkesi konumuna getiriyor. Dahası, bu yatırım dalgası yalnızca halka açık hisselerle sınırlı değil.
Havalimanından elektrik şebekesine altyapı yatırımları
Çinli Şirketlerin Birleşik Krallık’taki yatırımları altyapıdan tüketici markalarına, yeşil enerjiden futbola kadar uzanıyor. Birleşik Krallık ekonomisi son yıllarda Çin sermayesiyle giderek daha çok iç içe geçiyor. Ancak bu yatırımlar sadece finansal değil, aynı zamanda stratejik ve politik etkileri olan bir dönüşümün de habercisi. Çinli yatırımcıların İngiltere’deki yatırımları artık birkaç otelden veya restorandan ibaret değil, ülkenin kalbindeki altyapılardan ulusal güvenliği ilgilendiren savunma sanayisine kadar pek çok alana yayılmış durumda. Çin’in devlet destekli egemen varlık fonu China Investment Corporation (CIC) , Londra Heathrow Havalimanı’nın yüzde 10’una sahip. Hong Kong merkezli milyarder Li Ka-shing’in yatırım grubu, Birleşik Krallık’ın büyük kısmına elektrik dağıtan UK Power Networks’ün sahibi.
Aynı grup, Kuzeydoğu İngiltere’de su ve kanalizasyon hizmeti veren Northumbrian Water Group’un da yüzde 75’ini elinde tutuyor. Somerset’teki Hinkley Point C nükleer enerji santrali, Çin’in stratejik enerji yatırımlarının bir başka örneği. Çin’e ait China General Nuclear Power Group, bu dev projede başlangıçta yüzde 33,5’lik hisseye sahipti. Ancak maliyetlerin artmasıyla bu oran yüzde 27,4’e geriledi. Şirket ayrıca, Essex’te planlanan Bradwell B nükleer santrali projesinde yüzde 66,5’lik kontrol payına sahip. Wiltshire’daki Minety batarya tesisi, Avrupa’nın en büyük enerji depolama projelerinden biri ve Çin devletine ait Huaneng tarafından finanse edildi. Bu, enerji geçişinin en kritik parçalarından biri olan batarya teknolojisinde Çin’in etkili bir oyuncu olduğunu gösteriyor. Çinli sermayenin tüketiciye yönelik yatırımları da dikkat çekici boyutlarda. Li Ka-shing’in grubu, İngiltere’nin ünlü pub zinciri ve bira üreticisi Greene King’in sahibiyken, Wolverhampton Wanderers Futbol Kulübü Şanghay merkezli Fosun Group’a ait. Çin’in gayrimenkul alanındaki etkisi de küçümsenemez. 2017 yılında Londra’nın simgelerinden Leadenhall Binası, Çinli bir gayrimenkul yatırımcısı tarafından 1,15 milyar sterline satın alındı.
Çin yatırımları tehdit oluşturuyor mu?
Çin’in altyapıya yaptığı yatırımların güvenlik riski taşıyıp taşımadığı konusu hâlâ sıcak bir tartışma. İngiltere Hükümeti’nin British Steel’in kontrolünü Çinli sahibinden devralarak kritik bir sanayi krizine müdahale etmesiyle Çin yatırımları üzerindeki güvenlik tartışmaları büyüdü. En dikkat çekici örneklerden biri, Çinli teknoloji devi Huawei’nin İngiltere’nin 5G altyapısında yer alma girişimiydi. İlk etapta İngiltere Ulusal Siber Güvenlik Merkezi bu riskin “yönetilebilir” olduğunu belirtse de, 2020 yılında, ABD’nin baskısıyla Huawei’nin İngiliz telekom altyapısından çıkarılması kararlaştırıldı. Altyapıya yerleştirilebilecek gözetim veya casusluk araçları ile altyapının kritik bir anda Çin’in siyasi baskı aracı olarak kullanılması ihtimalinden endişe ediliyor.
Çin’in İngiltere’deki ekonomik etkisi yalnızca kâr değil, aynı zamanda stratejik bir bağımlılık yaratıyor. Özellikle savunma ve enerji gibi kritik sektörlerde bu durumun, ulusal güvenliği tehdit eden boyutlara ulaşabileceği korkusu hakim. Birleşik Krallık için kritik soru şu: Ekonomik kazanç ile stratejik bağımsızlık arasındaki çizgi nasıl çizilecek?