Davranış Bilimleri Profesörü Nicholas Epley ve dört diğer akademisyen tarafından 2009 yılında gerçekleştirilen bir dizi deneyde, insanların “Tanrı’nın dileği” olarak gördükleri pek çok şeyi değerlendirmeleri istenmiştir. Çok sayıda kavram hakkında sorgulama yaptırılmıştır. Bunlar arasında, eşcinsel evliliği, kürtaj, idam cezası gibi konular yer almaktadır. Deneyler sonunda insanların yanıtlarında, ahlaki açıdan olumlu buldukları görüşleri “Tanrının dileği” olarak yorumladıkları gözlemlenmiştir.
Deney bulgularını yorumlayanlar, kendileri için ahlaki ve olumlu olarak gördükleri şeyleri Tanrının da isteği olarak nitelendiren insanların aslında kendilerini merkeze alarak düşündükleri ve kendi düşüncelerini doğru gördükleri için her zaman doğruları bilen ve asla yanılmayan Tanrı’ya da aynı “doğru” düşünceyi atfettiklerini dile getirwmişlerdir. Yani deney sonucuna göre insanlar, şu şekilde özetlenebilecek bir mantık dizisi ekseninde düşünüyorlar: (1) İdam cezası doğru/yanlış, (2) Tanrı yanlış düşünmez, o halde (3) Tanrı da idam cezasının doğru/ yanlış olduğunu düşünüyor (Epleya, 2009).
İnanç duygusu nasıl ortaya çıkmıştır? Amerikalı ünlü moleküler biyolog Dean Hamer, bu sorunun yanıtını, insana fiziksel özelliklerini veren DNA kodlarında aramış ve 6 yıl süren bir dizi araştırmanın sonunda da “inanç genini” bulduğunu açıklamıştır. ABD Ulusal Kanser Enstitüsü’nde çalışan Hamer, 1998 yılında, insanın genetik yapısının inanç üzerindeki etkisini araştırmıştır. İlk olarak, genetik yapıları aynı olan “tek yumurta ikizleri” üzerinde incelemiştir. Ardından genetik yapıları tam olarak örtüşmeyen, ancak “aynı ortamda büyüyen” kardeşlerin inançlarını karşılaştırmıştır. Araştırma, kardeşler, aynı ortamda yetişseler de farklı inançlara sahip olabileceği sonucu ortaya koyarken genetik yapıları aynı olan tek yumurta ikizlerinin inanç düzeylerinin da neredeyse “aynı” olduğu gözlenmiştir. Bu bulgunun ardından, genler ve inanç arasında bir bağ olduğu kanısına vararak, araştırmasını bu yönde derinleştirmiştir. Hamer daha sonra, insandaki otuzbeş bin genden hangisinin “inancı etkilediğini” bulmaya çalışmıştır.
Yıllar süren araştırmanın ardından, “monoamin” enzimlerinin salgılanmasını kontrol eden dokuz gen üzerinde yoğunlaşarak, bu genlerin içinde “en baskın” olanını ortaya çıkarmış ve bu gene “İnanç Geni” adını vermiştir. Hamer’e göre, monoamin enzimleri, insanın “bilinç, algılama ve hafıza” gibi duyularını yönlendirmektedir ve “İnanç Geni” ise insanoğluna asıl ayırt edici özelliği olan “kişisel ve evrensel farkındalık” yeteneği kazandırmaktadır. Böylece insanın “evren, sonsuzluk, tanrı” gibi soyut kavramlar üzerinde düşünmesi mümkün olmaktadır. Bu yüzden, aynı “genetik yapıya” sahip tek yumurta ikizlerinde enzimler, “aynı genin kontrolünde ve tümüyle aynı biçimde” salgılandığı için “inanç yapıları” da aynı olmaktadır.
Beynimizde yer alan her bir nöron ve iyonlar, hücrenin içine veya dışına aktıklarında, değişebilen bir voltaja sahiptirler. Bir nöronun voltajı, belirli bir seviye ulaştığında, diğer hücrelere işlemi tekrar edecek olan elektrik sinyalini yollar. Pek çok nöron, aynı anda ateşlendiklerinde, bu değişiklikleri bir dalga formunda ölçülebilirler. Beyin dalgaları; hafıza, dikkat ve hatta zekâ dâhil, zihnimizden geçen hemen hemen her şeyin temelini oluştururlar ve her biri farklı görevlerle bağlantılıdır. Beyin dalgaları, beyin hücrelerini gereksiz sinyalleri göz ardı ederek, belirli işlere yönelik frekanslara ayarlamaya olanak sağlarlar.
Nöronlar arasındaki bilgi transferi, senkronize olduklarında en uygun hale gelirler. Bu durum aynı anda iki karşıt fikirden oluşan zihinsel uyumsuzluk, hayal kırıklığı-gerilim deneyimlediğimizde de aynı şekilde olur. İrademiz ise her bir aktif nöral devrelerimiz arasındaki uyumsuzluğu azaltmasını sağlar. Bir kişi, insan varlığının anlamsızlığını düşünerek, bir paradoks ile yüz yüze geldiğinde, bilişsel ahenksizlik ortaya çıkar. Tarih boyunca bu, “Neden ve ben kimim?” gibi varoluşla ilgili sorulara yanıtlar vermede başarısızlığa uğradıkça, bilime meydan okuyarak; pek çoklarını ruhani ve dini kılavuzluğa erişmek için yönlendirmiştir.
Bunu unutma: “İnsanlar en çok birbirlerine inanmak ister. Dürtüseldir, paylaşmak isterler. Üstelik zıtlıkları da paylaşmak isterler: Mesela acıları ve mutlulukları. Çünkü paylaşmak değer katmaktır, o nedenle de inanmak ister beyin. Değer vermeyi öğrenir, kıymet olarak geri alır. O yüzden inanacağınız insanı, iyi seçmelisiniz. Sizi yolda bırakacaklarla yola dahi çıkmayı düşünmemelisiniz.