Önyargı, Non-psikomatik’in bir paranoyası, çoğunlukla da kanıtlanmamış ya da kanıtlanamayan şeylere beynin duyduğu tutkulu bir inançtır.
Sizce önyargının ne kadarı biyolojiktir? Ne kadarı fizikseldir? Ne kadarı zihinseldir? Peki, beynimiz gerçekten önyargılı olabilir mi?
David Eagleman, “Incognito – Beynin Gizli Hayatı”nda okuyucuyu bildiğiniz çarpıyor ve bizim sormaya çalıştıklarımız kadar çarpıcı sorularla devam ediyor:
– Düşünsenize; tutumlarımızın ne kadarı bizim kararlı seçimlerimizden etkileniyor?
– Bir insanın biyolojik yapısı ve beyninin labirentlerinde yaşananlar bunların ne kadarından sorumlu?
– Peki, siz daha tehlikeyi algılamadan ayağınızı fren pedalının üstüne götüren kim? Dinlemediğinizi sandığınız bir konuşma sırasında adınız geçtiğinde duymanızın sebebi ne?
– Neden sır saklamakta böylesine başarısız, nedenini bilmeden birini çekici bulmakta bu kadar başarılıyız?
– Eğer bilinçli zihin, yani sabah uyandığınızda sizinle birlikte uyanan ben, buzdağının yalnızca görünen kısmıysa, zihninizin geri kalanı tüm bir ömür neyle iştigal etmekte?
– Ya beyniniz önyargılıysa?
Sözcük, Latince “praejudicum”dan geliyor ve aslında “peşin hüküm” anlamında kullanılıyor. Onu tanımlayabileceğimiz en iyi cümlelerden biri şu olacaktır:
“Önyargı bir kimsenin bir şeyi bildiğini kontrol etmeksizin kabul ettiği şeylerin tümüdür.”
Bunu Unutma: “Rasyonel seçim yapmak, makul bir sebebe (bu sebep, hesaplamalar olabilir) dayanan tercihlerimiz olmasını ve bu tercihlerimizde tutarlı olmamızı gerektirir. Oysa bugün biliyoruz ki, insanların kararları, hiç bilmedikleri, hiç farkında olmadıkları dış uyaranların fazlasıyla etkisi altında kalıyor.”
Kavram, Antik Roma döneminde davalının sosyal statüsünü belirlemek için duruşmadan önce mahkeme tarafından yapılan “ön soruşturma” olarak kullanılıyordu. Önyargı, statüyü sınırlayan işlevini hiçbir zaman yitirmiyor. Bugün bile önyargı diğer işlevleri arasında, toplumdaki belirli grupların yerini belirleme de yardımcı olan anlamındadır. Ortalama bir insan, hayatının önemli bir kısmını önyargılarıyla yaşamak zorundadır. Bu yaşamın çoklu değişkenleri kadar, önyargıların ilkel yönümüzün bir yansıması olması ile de ilgilidir.
Önyargı ilkel beyin tarafından üretilir ve yönlendirilir. Bu arada beyin her şeyi de bilmek ister. Bu, “sistemi” canlı tutma çabasındandır. Sistemi korumak ve organizmayı canlı tutmak bu şekilde mümkün olur. Bilimsel düşünceyi doğuran üst beyin ise sınanmamış bilginin gerçek veya geçerli olamayacağını ifade eder.
Bunu unutma: “Var olan önyargılar zaman geçtikçe daha da derinlere kazınır. Charlotta Bronte’nın ‘Jane Eyre’ romanında buna ilişkin çok güzel bir metnini hatırlıyorum, şöyle der kendisi: İlkel beynin etkisini daha çok hisseden cahil kişilerin ruhu gübrelenmemiş, sürülmemiş topraklar gibi katıdır. Önyargılar bu ruhlara, kaya diplerinde biten otlar gibi sımsıkı yapışır, inatla büyürler. Bunları söküp atmak, kökünü kurutmak zor mu zordur; bunu biliyordum.”
Beynin “önyargısal” tutumu aynı zamanda bir nevi “zihinselleştirme”dir temelde. Bir nevi çerçevelemedir yani. Biliyoruz ki medial prefrontal korteksin, mPFC’nin (şakağın altından başlayıp öne ve ileriye doğru giden bir bölge) zihinselleştirme sürecinde rolü olan bir yapıdır. Harvard’daki araştırmacılar beyinlerimizin insanlara, onlar hakkında sahip olduğumuz inançlara ve “bizim gibi” olup olmadıklarına göre farklı tepkiler verdiğini keşfettiklerinde önyargı tespitinde bulunmuşlardı. Bu araştırmacılar, zihinselleştirmenin başkalarının herhangi bir durumda ne hissedeceklerinin bir benzetmesini yaparak başkalarının davranışlarını tahmin etmemizi sağlayan beynin ayna sinir sisteminin bir işlevi olduğuna inanıyorlar [Kaynak: Scientific American Mind Matters: Harvard Öğrencileri Taşralıları Nasıl Görüyor: Önyargının Sinirsel Temeli]
Araştırmada deneklerin beyinleri kendilerine benzediklerini düşündükleri insanlara ve kendilerine benzediklerini düşünmedikleri insanlara farklı tepkiler verdiği sonucunun çıktığını söylemeliyiz. Daha anlaşılır bir dille anlatmamız gerekirse, deneklerin duruma göre beyin etkinliklerindeki farklar oluyor.