Tüm dünyada aktivist yatırımcıların veya hissedarların etkisi artış eğiliminde. Peki nedir bu aktivist yatırımcı? Genellikle şirketlerde hisse sahibi olan, ki çok yüksek oranlarda olması da gerekmiyor, bu şirketlerde şirketin değerini olumsuz etkilediğini düşündükleri ve memnun olmadıkları uygulamaları değiştirmek üzere etki etmeye çalışan kurumsal yatırımcılar olarak tanımlayabiliriz. Herhangi bir kurumsal yatırımcı da zaman zaman yönetim kuruluna hitaben endişelerini dile getiren mektup yazmak ve benzeri aktivist hareketlerde bulunabilir. Ancak bunu daha organize ve kararlı bir şekilde yapanlar daha çok aktivist yatırımcı olarak tanımlanıyor. Bu yatırımcılar aynı zamanda yönetiminde etkin olmak istedikleri şirketlerdeki hisselerini hızlı bir şekilde artırabilirken diğer küçük hissedarları da etkileyerek şirketlerin genel kurul toplantılarında görüşülen kararlara önemli derecede etki edebilecek oranlara ulaşabiliyorlar. Dönem dönem basına da yansıdığı üzere daha çok CEO’ların veya üst yönetimin ücretlerine, şirket satın alma ve birleşmelerine ve yönetim kurulu üyeliği seçimlerine karşı kampanyalar başlatarak kararların onaylanmasını engelleyebiliyor veya kendi gösterdikleri adayları şirketlerin yönetim kurulu üyeliklerine seçebiliyorlar.
Ernst & Young’ın 2024 genel kurul vekalet sezonu değerlendirmesinde aktivist yatırımcı kampanyalarının artış göstermeye devam ettiğine işaret edilmiş ve ABD’de son 10 yılda senelik ortalama yüzde 14 dolaylarında bir artış olduğuna dikkat çekilmiş. Raporda aktivist yatırımcıların bu dönemde özellikle geçmişte yapılan şirket satın almaları ve birleşmeleri gibi sermaye tahsis kararlarını sorguladıkları, kurumsal yönetim yapısını gündemlerinde tutmakla birlikte odaklarının yönetim kurulunun kalitesi, performansı ve halefiyet planlarına yoğunlaştığı ve çevresel, sosyal ve yönetişim (ÇSY) konularında da ilerleyen dönemlerde daha çok kampanya görebileceğimiz belirtilmiş.
Tabi aktivist yatırımcıların etkili oldukları piyasalar genellikle halka açıklık ve fiili dolaşımdaki pay oranlarının yüksek olduğu ABD, Kanada, Birleşik Krallık gibi ülkeler
MSCI verilerine göre gelişmiş ülkelerdeki şirketlerin halka açıklık oranları ortalama yüzde 63 civarındayken, gelişmekte olan ülkeler için bu ortalama yüzde 46. Özellikle ABD ve Birleşik Krallık’ta mega cap olarak tanımlanan piyasa değeri çok yüksek olan şirketlerde bu oran yüzde 90’ın üzerinde. Türkiye’de ise fiili dolaşım oranı Merkezi Kayıt Kuruluşu verilerine göre ortalama yüzde 28 civarında. BIST 100 endeksinde ortalama fiili dolaşım oranı yüzde 33 ve bu oranın yüzde 50 ve üzerinde olduğu şirket sayısı 16. Yani Türkiye’nin önde gelen halka açık şirketlerinin çoğunluğu yönetim kontrolünü elinde bulunduran ana hissedarlara sahip. Dolayısıyla, Türkiye’deki şirketlerin ABD ve İngiltere gibi ülkelerde gördüğümüz şekilde aktivist yatırımcıların şimdilik odağında olmadığını söyleyebiliriz.
Türkiye’deki şirketlerin daha çok karşılaştığı uluslararası vekalet danışmanlık şirketlerinin kurumsal yatırımcılara kabul veya ret oyu kullanmaları yönünde verdikleri tavsiyeler. Bu danışmanlık şirketlerinin odaklarında ne var diye baktığımızda, özellikle gelişmiş ülkelerde son yıllarda artan bir şekilde yönetim kurulu üye çeşitliliği ve çeşitlilik politikası, yönetim kurulunun ÇSY, iklim ve siber güvenlik ile ilgili risklerin gözetimini nasıl yaptığı, yönetimin performansı ve ödenen ücretlerin detayı gibi konuların gündemlerinde olduğunu görüyoruz. Bu konularda yeterli ve detaylı açıklama yapmayan şirketler için yönetim kurulu üyelerinin seçilmesi gibi ilgili genel kurul gündem maddelerinde ret oyu verilmesi yönünde tavsiye veriyorlar. Bu bakımdan özellikle ana hissedarın tek başına karar nisabına ulaşamadığı durumlarda şirketlerin küçük yatırımcılarını zamanlı ve detaylı bir şekilde bilgilendirmeleri genel kurul toplantılarının başarısı açısından önem arz ediyor. Daha da önemlisi ana hissedar, küçük hissedar ve şirket yönetiminin birbirini daha iyi anlaması ve kendisini daha iyi anlatabilmesi için bu bilgilendirmeler ile birlikte açık iletişim fırsatlarının sunulmasını her halka açık şirketin temin etmesi gerekiyor.
Sonuç olarak, her ne kadar Türkiye’deki şirketlerin sermaye yapıları aktivist yatırımcıların önünü önemli ölçüde kesse de aslında genel olarak bu yatırımcıların talepleri şirket değerini artırmaya yönelik iyi niyetli talepler olarak değerlendirilebilir. Bu gözle baktığımızda gelişen sermaye piyasalarında bu oyuncuların da olacağı gerçeği kaçınılmaz görünüyor.