İnsanlığın belki de en eski hikâyelerinden biri, Hz. Adem’in yasak elmayı ısırmasıdır. Bu hikâye, bize özgür irademizin önemini anlatan sembolik bir milat olarak kabul edilir. Tarih boyunca insan, her zaman kendi kararlarını verme gücünü, kaderini belirlemenin temel şartı olarak görmüş ve bu düşünceyi nesilden nesile aktarmıştır. Ancak bugün, teknoloji çağının ortasında, bu kadim özgürlüğün tehdit altında olduğunu tartışmaya başlamamızın zamanı geldi diye düşünüyorum.
Geçtiğimiz günlerde izlediğim iki film, özgür irade konusundaki kaygılarımı derinleştirdi. İlki “Assassin’s Creed”; özgür iradeyi ortadan kaldırmak için genetik kodları kontrol altına almaya çalışan bir grup üzerine kurulu bir hikâye sunuyor. İkinci film ise Netflix yapımı “Atlas”. Jennifer Lopez’in başrolünde yer aldığı filmde, insan bilincine entegre edilmiş bir yapay zekâ ile insanın özgür iradesini yapay zekaya teslim etmeyi sorgulayan bir mücadele anlatılıyor. Bu filmler ve daha bir çok örnek, teknolojinin kişisel kararlarımızı belirleme noktasına varabileceği ürpertici bir geleceğin ön gösterimi gibi.
Kişisel deneyimim de bu konuda çarpıcı bir örnek sunuyor. Geçtiğimiz hafta Oslo’da geçirdiğim dört günlük seyahatim sırasında, dijital ikizim yapay zeka uygulaması bana kalacağım otelden, hangi restoranlarda yemek yemem gerektiğine, günlük yapmam gereken yürüyüş rotaları ve hatta bu yürüyüşlerde yakacağım kalorilere, gidebileceğim restorantlara göre beslenme tavsiyelerine kadar her detayı mükemmel şekilde planladı. Bu plana neredeyse harfiyen uydum ve sonuç olarak hayatımın en verimli, en keyifli seyahatlerinden birini yaşadım.
Burada önemli bir soruyla karşı karşıyayız: Hangisi daha değerli? Kendi sınırlı öngörü ve bilgilerimizle şekillendirdiğimiz, belirsizliklerle dolu ama tamamen bize ait bir yaşam mı, yoksa küresel bilgi ağının gücüyle hayatımızın farklı konularında uzman en mükemmel yaşam formülünü bize sunan ve bizi kendisine itaat etmeye çağıran bir yapay zekâ destekli yaşam koçu mu? İkinci seçenek de bir tür özgürlük olarak kabul edilebilir. Ancak özgür irademizin kontrolünü algoritmalara teslim ettiğimiz anda, kararlarımızın kime ait olduğu sorusu, yaşamlarımızdaki en büyük paradoksa dönüşebilir.
Matrix filminde Neo ile Mimarı karşı karşıya getiren unutulmaz sahnede, Mimar Neo’ya insanın en belirgin özelliğinin “özgür irade” olduğunu vurgular. Bu sahnede Mimar, insanın seçimlerinin sonuçlarının sistemin bir parçası olduğunu ve aslında özgür iradenin, insanlığın en büyük zaafı ve gücü olduğunu hatırlatır. Bu sahne, özgür irade tartışmasının felsefi boyutunu vurgulaması açısından çok değerlidir.
“Assassin’s Creed” filminde ise özgür iradenin insan doğasındaki şiddetin ve kötülüğün kaynağı olarak görülmesi dikkat çekicidir. Teknoloji, en ideal yaşamı bize sunarak kararlarımızı optimize ettiğinde, belki de daha barışçıl bir dünya yaratma şansı ortaya çıkabilir. Fakat böylesi bir dünya gerçekten “iyi” bir dünya mıdır?
Belki de gelecek, özgür iradeyi kaybetmenin değil, onu farkında olmadan teslim etmenin yaratacağı sonuçlarla şekillenecek. Bu tartışmanın küçük ama çarpıcı bir simülasyonunu görmek isteyenler için Türk yapımı “KUBRA” dizisi, özgür irade, inanç ve teknoloji üçgeninde etkileyici bir yapım. Bu bağlamda insanın finansal, fiziksel, zihinsel, duygusal kararlarında nasıl bir gelecek şekillenecek ve yapay zeka bunun neresinde yer alacak, hep birlikte göreceğiz.
Tüm bu büyük resme bakabildiğimizde bence en büyük tehlike özgür irademizin elimizden alınması değil, onu gönüllü olarak, bilmeden teslim etmek olabilir.