COVID-19 salgını sonrası, küresel tedarik zincirlerinin yeniden yapılandırılması bağlamında gündeme gelen yakınlardan tedarik (nearshoring) kavramı, son zamanlarda ticaret politikalarında öne çıkarılmaya çalışılıyor. İktisadi krizlerin etkisi altında olan küresel ve yerel konjonktürde, bu tür kavramlara yüzeysel bir şekilde yaklaşmak, Türkiye gibi imparatorluk mirasına sahip bir devletin entelektüelleri ve karar alıcıları açısından itibar kaybına yol açıyor.
ABD ile Çin ve diğer ülkeler arasındaki çatışma ve rekabet süreçlerinin yarattığı ticari fırsatlar elbette değerlendirilebilir. Ancak, sözde yakından tedarik fırsatlarının bir stratejiymiş gibi ciddiyetle sunulması doğru bir yaklaşım değil. Yüksek katma değerli üretime odaklanmadan bu tür ikincil politikalara fazla yer vermek, Türkiye’yi uluslararası ekonomik politika geliştirmekte zorlanan, “aslanlar sofrasından artık kapmaya çalışan” görünümüne sokma riskini taşıyor.
Türkiye’nin güçlü bir devlet geleneğine ve köklü stratejik potansiyele sahip olduğunu unutmamak gerekir. Bu bağlamda, Batılı stratejilere bağlı kalmak ve pasif bir politika alıcısı (policy taker) konumunda kalmak, yerli ve milli ihtiyaçların ofansif bir şekilde ele alınmasını engeller. Fırsatların değerlendirilmesi önemlidir; ancak bunların, en yetkili ağızlardan yüksek sesle “ciddi politika araçları” olarak sunulması Türkiye’nin itibarıyla çelişiyor. Aksi takdirde, aşırı odaklanma, Türkiye’yi uzun vadede pasif ve ikincil bir role itebilir. Türkiye, 1990’lı yıllarda Dış Ticaret Müsteşarlığı aracılığıyla benzer politikalar izledi. Doğru olan, bu tür politikaları sürdürmek, gelişmelerden yararlanmak ve kendisini başka ülkelerin politikalarının yedek lastiği haline getirmemektir.
Yakınlardan Tedarik (Nearshoring) Kavramının Yüzeyselliği
Nearshoring, üretim ve tedarik zincirlerinin maliyet avantajı sağlayan uzak ülkelerden daha yakın bölgelere taşınmasını öngören bir strateji olarak öne çıkıyor. Özellikle ABD ve AB ülkeleri, Çin’in küresel üretim merkezi konumunu zayıflatmayı hedefleyerek bu kavramı gündeme getiriyor. Ancak, bu yaklaşımın küresel ticaretin dinamikleri üzerindeki etkisi tartışmalıdır. Nearshoring, tedarik zincirlerinde güvenlik, hız ve maliyet avantajı sağlama potansiyeline sahip olsa da, küresel ticaretin karşılaştırmalı üstünlükler ve verimlilik temellerine dayandığı unutulmamalı. Türkiye’nin ABD ve AB ile olan ticaret ilişkilerinde nearshoring bir takım palyatif faydalar sağlayabilir, ancak asıl soru, bunun sürdürülebilir bir strateji olup olmadığıdır.
Bu kavramın, aktif bir ticaret politikası aracı olmaktan ziyade, konjonktürel ve pasif bir politika alıcısı (policy taker) yaklaşımına dönüştüğü görülüyor. Türkiye’nin, Brüksel ve ‘Washington’un Çin ile olan çatışmalarından doğacak fırsatları değerlendirmesi bazı ufak yararlar sağlasa da, bu durum ülkenin “ başka ülke politikalarının pasif takipçisi- policy taker” görünümünü pekiştirme riskini taşıyor. Yakınlardan tedarik fırsatları özel sektör tarafından takip edilmelidir ve edilecektir de ancak; Türkiye’nin kavram üzerinden stratejik konumlanması, ciddi beklentiye girmesi, uzun vadede kendi sanayi ve teknolojik gelişimine odaklanmasını zayıflatabilir. Başkalarının stratejilerinin taktik, araçsal parçası haline gelme riskini bünyesinde barındırıyor.
Yakınlardan Tedarik (Nearshoring) Neden Çözüm Olamaz?
‘Nearshoring’, iktisadi açıdan da rekabetçi ve stratejik olmayan bir kavram olarak ülkemiz ticaretinin gelişimi için yeterli bir çerçeve sunmuyor. Öncelikle, bu kavram karşılaştırmalı üstünlükler ilkesini, iktisadi etkinlik prensiplerini göz ardı etmekte olup konjonktürel bir mahiyete sahiptir. Küresel ticaret, maliyet avantajları ve verimlilik üzerine kuruludur. Türkiye gibi ülkelerin, üretim avantajlarını kullanarak küresel ticarete entegre olması gerekirken, ‘nearshoring’ Türkiye’yi riskli ve dönemsel fırsatlardan reaksiyoner şekilde faydalanmaya çalışan, taktik kalıplarla hareket eden bir ülke konumuna sokabilir. Konjonktürel ve reaksiyoner politika davranışları, Türkiye’yi ileride stratejik uzun vadeli avantaj ve fırsatların dışına itebilir. Çin ve ABD başkanlık seçiminden sonra hızla barışabilir. Rusya-NATO çatışması yerini yumuşamaya bırakabilir. Ayrıca, bu tür bir yaklaşım bizi rekabet avantajı sağlayan teknolojik, yüksek katma değerli, sofistike ve yenilikçi üretim yerine, daha düşük maliyetli, ancak daha az katma değerli üretim süreçlerine dışsal bir değişken olarak odaklanmaya zorlayarak Türkiye’nin geleceği için ciddi bir handikap oluşturup orta gelir tuzağını pekiştirebilir.
Asya’nın Dünya Ekonomisinin Ekonomik Merkezi Haline Gelmesi ve ‘Nearshoring’
Türkiye’nin milli güvenlik stratejileri ve dış politika tercihleri, Batılı Atlantik ülke politikalarıyla gittikçe daha fazla çatışır hale gelmektedir. Batılı güçlerin Türkiye’ye karşı yarattıkları güvenlik tehditleri, Türkiye’nin ulusal ve bölgesel çıkarlarını tehdit eden politikaları karşısında, Asya’nın dünya ekonomisinin merkezi haline gelmesi bağlamında, bir alternatif ve denge merkezi olarak ayrıca değerlendirilmeli. ‘Nearshoring’, Türkiye’yi Asya’dan izole ederek, bu bölgenin kayıplarını fırsatçı politikalara çevirmeye çalışan bir ülke görüntüsü verme ve bu bölge ile olan ekonomik ve siyasi bağlarını zayıflatma tehlikesini bünyesinde barındırıyor. Bu, uzun vadede Türkiye’nin stratejik konumunu zayıflatabilir ve Asya’daki fırsatları kaçırmasına neden olabilir. Asya ile ekonomik entegrasyon, Türkiye’nin bölgesel güvenliği ve küresel rekabet gücü için kritik öneme sahip. Batılı ülkelerin Türkiye’yi Asya ile çatışmaya veya bu bağları zayıflatmaya yönelik politikaları, Türkiye’nin çıkarlarına aykırı bir süreç doğurabilir.
Nearshoring Ciddi Bir Ticaret Politikası Yaklaşımı Olamaz
Nearshoring, Türkiye’nin dış ticaret stratejisi için sürdürülebilir bir çözüm sunmayan, pasif bir kavramdır. Türkiye, büyük güçlerin geliştirdiği bu tür ikincil stratejilere bağımlı kalmak yerine, kendi dinamikleri ve hedefleri doğrultusunda bağımsız dış ekonomik stratejileri ve eylem planları geliştirmelidir. Küresel ticaretin yeniden ve topyekun şekillendiği bu dönemde, Türkiye’nin dünya ekonomisinin ağırlık merkezi haline gelen Asya ile olan ilişkilerini güçlendirmesi ve milli çıkarlarını ön planda tutarak özgün bir ticaret politikası geliştirmesi gerekmektedir. Öte yandan yakınlardan tedarik Çin-ABD ticaret savaşları bağlamında, karşılaştırmalı üstünlükler ve adil ticaret ilkelerini ihmal eden ve Türkiye’nin gelecekteki stratejik hedeflerine de uygun ya da deva olmayacak bir yaklaşım olarak öne çıkıyor. Türkiye, dış ticaret politikalarında, defansif, pasif bir politika alıcısı rolünden çıkmalı, aktif, ofansif ve büyük devlet strateji ve eylem planları geliştirerek, küresel ekonomik sistemde kendine özgü bir yer edinmeli. Bunun içinde, 21. Yüzyılın stratejik gereklilikleri ile ülkeye yönelik milli güvenlik tehditlerinin birlikte dikkate alınarak Türk iktisadi sisteminin yeniden tasarlanması gerekir. Bu hususların neler olması gerektiğine dair işaretleri Orta Doğu ve Avrasya Bölgesindeki çatışmalar veriyor.