Uluslararası yatırım yapanlar küresel ekonomiyi yakından takip eder. Ama başka bir ülkeye ya da bildiğinden farklı bir enstrümana yatırım yapmak için ekonomiyi bilmek yetmez. Entelektüel bir yatırımcı iseniz, yatırım yapacağınız ülkenin siyasetinden, sosyolojisine her şeyi yakinen takip etmek gerekir.
Gelişen ülkeler risklidir. Riskli oldukları için de gelişmiş ülkelerden zaman zaman daha cazip fırsatlar doğurabilirler. Ancak temel bir şart vardır. O da para bolluğudur. Para bolsa bilinen ülkelere, bilinen yatırımlar yapılmıştır, kalan para ise risk almaya ayrılmıştır.
Başta bahsettiğim riskli örneğinde siyasetten sosyolojiye her şeyi bilmek gerekir derken; seçim ortamı, politik belirsizlikler, tüketici davranışları, kamu maliyesi, söz konusu ülkenin dışa bağımlılığı gibi sayamayacağım birçok konuya hakim olmanız gerekir. Ancak ben bu yazıda herkesin ortak riskleri, eşyanın doğası birtakım gerçekliklerden ve evrensel diyebileceğimiz bazı yatırım araçlarından bahsedeceğim.
Bilindiği gibi piyasalar ABD Başkanı Donald Trump’ın zaferinin küresel ekonomide yaratacağı sonuçları izliyor. Donald Trump denilince akla gelen tarife konusu tüm varlık sınıflarını dalgalandırırken, tıpkı önceki Trump dönemine benzer şekilde kazanan altın ve dolar gibi görünüyor. Daha büyük hassasiyet gördüğümüz tahvil piyasası ise her ağızdan çıkanı fiyatlamaya devam ediyor. Kısa vadede fiyatlama, Trump’ın olası gümrük tarifelerinin enflasyonu artıracağını söylüyor. Ancak piyasalar henüz Trump için tarifelerin bir müzakere ya da tehdit aracı mı, yoksa gelir kaynağı mı olarak görüldüğünden emin değil. Bu yüzden herhangi bir yatırım aracının çok yüksek getiri sağladığını da görmüyoruz. Nitekim en yüksek risk ve en yüksek kazanç ya da kayıp sağlayan kripto piyasasında Trump zaferi sonrasında gördüğümüz yükseliş rüzgarı bile tersine döndü.
Gelelim altına. Kısaca özetlemeye çalıştığım tarife konusu güvenli limana olan talebi artırmış durumda. Bu sadece yatırımcılar açısından değil, dünyadaki merkez bankalarının da gözeteceği bir husus bence. Zira ülkeler, kendi para birimlerini desteklemek amacıyla altın varlıklarını böyle dönemlerde artırma eğilimi gösterebiliyor.
Ancak altınla ilgili ilginç bir örneği bu hafta İngiltere’de gördük. İngiltere Merkez Bankası (BoE), büyük ölçüde diğer merkez bankaları adına, cari fiyatlarla 450 milyar doların üzerinde değere sahip 400 binden fazla külçe altın tutuyor. LBMA verilerine göre bu değer borsa yatırım fonları, merkez bankaları ve diğer yatırımcılara ait. Bazı merkez bankaları, faiz oranları yükseldiğinde altınlarını ödünç vererek getiri elde etmeyi hedefler. Pek çok merkez bankası altınlarını ağırlıklı olarak BoE’de tuttukları için, kasalarındaki külçe genellikle piyasa sıkışıklığı anlarında önemli bir likidite kaynağı oluyor.
Bu hafta ise Londra’da altın bulunduran kurumların altınlarını takas kurumu olarak çalışan BoE’den satıp, paralarını ABD’ye geri çekmeye çalışması sebebiyle altın piyasası hareketlendiğini görmüş olduk. Burada niyetin altın satmak yerine, olası tarifelere altının da dahil olabileceği endişesi olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bu sene madem ki yine Trump’ı takip edeceğiz, kurumların altın pozisyonlarını yakından izlemekte fayda var diye düşünüyorum. Zira bu sene ABD’nin ilişkileri ve jeopolitik riskler merkez bankalarının, para politikalarının ya da enflasyonun gündemdeki yerini almış vaziyette. O yüzden bu sene riskli varlık, yüksek getiri, fırsatlar gibi kelimeler yerine güvenli varlık denilmesine daha aşina olacağız gibi görünüyor. Başta söylediğim risk yoksa getiri de yok kısmına ise bir sonraki yazımda bölgeler ve varlık sınıflarındaki beklentiler üzerinde değerlendireceğim. Altın, her ne kadar güvenli liman olarak tabir edilse de, saydığım ABD ilişkileri ya da jeopolitik risklerde kendi içerisinde belirsizlik ve risk demek diye düşünüyorum.