Balzac'ın şu şahane cümlesini tüm duvarlara kazımak gerek: “İnsanlara, onları size nankörlük yapmaya mecbur bırakacak kadar büyük iyiliklerde bulunmayın.”
Doğrusu cümleyi okuduğumda çarpıldım.
“Eğer bu fırsatı kaçırırsan kalbin benim iskeletim kadar kırılgan hale gelecek...”
Amerikan Devrimi’nin gerçekleşmesine ve Amerika Birleşik Devletleri Bağımsızlık Bildirgesi’nin yayınlanmasına yol açan düşünce ve fikirler üzerinde büyük etkisi olan İngiliz asıllı ABD’li siyasi yazar Thomas Paine, “Dünya vatanım, tüm insanlar kardeşim ve iyilik yapmak dinimdir” sözüyle önemini vurguladığı “iyilik yapma” olgusunun siyasetin temeli olduğunu belirtiyor.
Siyaset sosyolojisi açısından çok önemli bir isim olan Thomas Paine, iyilik yapma olgusu üzerine geliştirilen bir politik yaklaşımı da eleştiriyor. Bunu iktidarların bir güç gösteri olarak ele alıyor. Şöyle ki, bir kişinin diğerine iyilik yapabilmesi için o kişinin o konuda senden daha aşağıda olması gerekir. Mesela birine borç veriyorsan o kişiden maddi anlamda daha güçlüsündür. Ya da diğerinin sorununa çözüm bulabiliyorsan sen daha akıllı ya da tecrübelisin. Veya bilgisindir.
İktidarların her ne kadar önemli görevlerinden biri “çözüm bulmak” olsa da, hâkimiyet duygusunu kitleye hissettirerek icraat gerçekleştirmesi, yapması gerekenleri tabiri caizse kitleyi “ezerek” yapması, iktidar ile kitleyi, yöneten ile yöneteni net çizgilerle ayırır. Ülkede öyle bir atmosfer oluşur ki, “iyilik yaptıktan sonra” yapanın midesinde hissettiği sıcaklık, güçlü olmanın verdiği hazdır. Bu durum da giderek eşitlerin ayrışması, eşitliğin bozulması sonucuna yol açar. Siyasetin doğasında bu aslında vardır. Yöneten de yönetilen de bunu mutlaka en azından içsel süreçte hisseder. Aslında garipsemeyin, pek çok meslekte bu vardır.
Bunu unutma: “İyilik yapana kötülük yapmak’, insanî bir sükût halidir. Marazidir. Aşırı haldeki bir iç bozulma ve manevî hastalanmadır. ‘Değer bilmezlik’ insana ait olmamalıdır ve bu kötülükle birleşen güçlü bir enerjidir aynı zamanda.”
Bir cerrahın hazzı, sadece iyilik yapmaktan değil, ölümü ve yaşamı elde tutmasındandır aynı zamanda. Bir psikiyatrı düşünün. Çeşitli yöntemlerle insanın duygularını, düşüncelerini, kişiliğini alıp yerine yenilerini koyar. İyi bir şey yaparlar, aynı zamanda hâkim olur. Siyaset ise bu işlerin en canlısıdır! İyilik dediğimiz olgu, Freud’un yüceltme olarak adlandırdığı savunma mekanizması ile yüceltilmiş kötülüktür. Düşünüldüğü gibi iyilik yapmak, diğerlerini mutlu etmek için gerçekleştirilen bir eylem değildir. Birine yardım etmiş olmanın verdiği tatmin duygusudur ana motivasyonu. İyilik yaptığınızda ve bunun olumlu sonucunu gördüğünüzde dopamin nöronlarımız aktif hale gelir. Ödülümüzü almış oluruz.
İktidar sahibi olan aslında doğası itibariyle kötü kabul edilir. Seçen herkes de bunu bilir. O nedenle iktidar sahibinden gelen her nevi iyiye doğru olan davranış, olumlanır. 18.yy İngiliz romancılarından Jane Austen tanımıyla kötülük, “başkalarını görememek”tir. Ötekini görme eksikliğidir. Onlara karşı empati duygusu besleme yoksunluğudur. İşte ideolojik birer aygıt olan iktidarlar da aslında bu tür kötülüklerle bezenmiştir. Bir tür kendini koruma dürtüsüdür bu iktidarlar için. O nedenle oy verirken seçmen, iktidarların kör sansürcü olduğunu, kendi görüşlerini ve arzularını kendilerine dayatacağını bilir. Bunlar iktidarlar için nötr sıfatlardır. O nedenle ondan gelen her türlü iyiliğe yönelik davranış beklenmeyen bir artıdır.
Bunu Unutma: “Kötülük bir insan özelliğidir, insan dışında doğadaki hiçbir canlı “kötülüğü kötülük” olsun diye yapmaz. Mobby Dick’te kötü olan balina mıydı yoksa doğaya savaş açmış olan açgözlü Kaptan Ahap mıydı? Kötülük bazı beyinler için, insanlığın en parlak, en görkemli dönemleri en kanlı, en karanlık zamanların hazırlayıcısı olabilir.”
Hâlbuki insanın yapısında başkalarına yardım etmek, iyilik yapmak gibi olgular mevcuttur. Başkası ağlarken gülmek, herkese ağır gelir. İhtiyaç sahibi insanların elinden tutmak, herkese haz verir. Ancak biraz modernitenin etkisinde kalarak, biraz serbest piyasa ve rekabeti fazlaca önemseyerek insan olgusunu her alanda yüceltmeyi ve her bir bireyi önemsemeyi başaramadık. Dünya olarak hâlâ yoksullukla boğuşuyoruz.
Rasyonel ölçüler içerisinde iyilik yapmak, gelirimizi, zamanımızı harcıyor gibi görünse de insanı rahatlatan bir şeydir. Hatta bu karşılıksız olsa bile. Tam bir kazan kazan durumudur.
Hep söylendiği gibi, siyasette doğru her zaman biraz geç söylenir. Siyaset bir nevi çözülmek amacı güdülmeyen sorunlar üstünden yönetme erki sağlamak amacıyla yapılan retorik bir eğlence türüdür. İyilik yaparmış gibi görünmek de bu retoriklerin en önemlilerindendir.
Temel ile Cemal deniz kenarında sahilde yürüyorlarmış. Bir süre sonra denizden imdat seslerinin geldiğini duymuşlar. Bir de bakmışlar kadının biri boğuluyor. Hiç beklemeden denize atlayıp boğulmakta olan kadını kurtarmışlar ve sahile getirmişler. Temel sonra birden kadını tutup tekrar deniz atmış. Cemal şaşırmış kalmış ve Temel’e sormuş; “Uy uşağum niye attun oni denize?” Temel kendinden gayet emin şekilde cevap vermiş; “Eee ninemin lafidur bu, iyilik yap denize at…”