1930’da ABD’nin kabul ettiği Smoot- Hawley Tarife Yasası, o dönemde büründüğü korumacılık kisvesiyle dünya ekonomisinde radikal bir ekonomik ve jeopolitik yıkım zincirini tetiklemişti. 1929 buhranı marjında ABD sanayisini koruma vaadiyle çıkarılan yasa, dünya ticaretinde yüzde 65’lik bir daralmaya, karşılıklı misillemelere ve küresel güven erozyonuna yol açmış, 1929 Finansal krizini tetikleyip derinleştirerek II. Dünya Savaşının çıkmasında can alıcı rol oynamıştı. Finans Tarihçisi Charles Kindleberger hegemonik istikrarsızlık kuramı kapsamında yaptığı analizlerde, ABD’nin liderliği kaybeden İngiltere’den doğan boşluğu doldurmaktan çekinip, kendine güvenmeyerek liderlikten kaçmasının ‘Büyük Buhranı’ derinleştirdiğinin altını çizmektedir. Sistemin idaresinin sahipsiz kalması, bu kurama göre 1929 Büyük Finansal krizi ortamında uluslararası çok taraflı ticaret ve finansal işbirliği mekanizmalarının da mevcut olmayışı, önü alınamaz bir iktisadi milliyetçiliği ve irrasyonel bir ekonomik rekabetçi korumacılığı da beslemiştir. Ve bu süreçte, ticaret ve finansal kontrol mekanizmaları ve liderlik yokluğunda II. Dünya Savaşına giden yolların parke taşları ağırlıkla korumacı gümrük politikalarıyla döşenmiştir.
ABD’li Senatörler Smoot ve Hawley tarafından teklif edilen korumacı gümrük vergisi artışları sonrası ortaya çıkan ekonomik ve siyasi güvensizlik ortamı, II. Dünya Savaşı arifesinde Alman, İtalyan ve Japon revizyonizmin, yayılmacı otoriteryanizmi beslemiş, uluslararası ilişkiler de ticareti doğrudan silaha, dış politikayı da ucu açık bir misilleme aracına çevirmiştir. Doğal olarak bahse konu dinamiklerde II Dünya Savaşı’na altyapı hazırlayan bir iklim oluşmuştur. ABD ve İngiltere gibi dönemin başat güçleri ticaretle birlikte jeopolitik olarak içe kapanırken, başta hammadde ve doğal kaynaklar konusunda hakimiyet sağlama saiki ekseninde Almanya Lebensraum, Japonya Asya Hakimiyeti, İtalya ise yeni Roma hayalleriyle saldırgan ve yayılmacı politikalara yönelmiştir. Neticede Gümrük Tarife artışı sebebiyle tetiklenen aşırı korumacılık ve bu sebeple ortaya çıkan küresel ekonomik daralma, sosyal, siyasal uluslararası parçalanma, emperyal ve yayılmacı Avrupa ırkçılık akımları gibi patolojik ideolojileri de beslemişti. Sonuçta 80 milyondan fazla can kaybına neden olan tarihin en büyük vahşetlerinden biri olan II. Dünya Savaşı yaşanmış ve geri dönülemez şekilde nükleer çağa geçilmiştir.
21. Yüzyılda Smoot- Hawley’nin yeniden dirilişi: Kurtuluş Günü (‘Liberation Day’)
2025 itibarıyla Trump yönetiminin başlattığı “Liberation Day” gümrük tarifeleri, yalnızca ticari bir korunma mekanizması değil, aynı zamanda ABD’nin kendi kurduğu küresel ekonomik düzene karşı radikal bir veda mesajıdır. “Ekonomik bağımsızlık” ve yeniden sanayileşme kisveleri altında atılan bahse konu ticaret politikası adımları, ABD’nin II. Dünya Savaşı sonrası kurduğu Bretton Woods temelli küresel ekonomik yönetişim mimarisinden —ve bu yolla tesis ettiği hegemonik liderlikten— fiilen çekildiğinin sarahaten deklarasyonudur. Ancak ABD’nin bahse konu iktisadi milliyetçi ya da korumacı politikaları yalnızca dışa yönelik bir kopuşa değil, aynı zamanda iç politika ve devlet kurumları ile hukuk ilkelerinde de ciddi bir kurumsal çöküşün, can alıcı bir yozlaşmanın da işaretlerini vermektedir. USTR (ABD Ticaret Temsilciliği), Ticaret Bakanlığı, Kongre ve Dışişleri Bakanlığı gibi temel kurumların ticaret politikalarından tamamen etkisizleşmesi, politik karar alma süreçlerinin kurumsal rasyonaliteden uzaklaşarak Trump gibi yarı cahil bir liderin kişisel kapris ve popülist önceliklerle şekillendiğini göstermektedir. Bu ABD gibi bir zamanların dünyanın en sofistike kurumlarına sahip bir siyasal kollektif yapının, ticaret politikalarında süreklilik, öngörülebilirlik ve çok taraflı diplomasi gibi uzun yıllar rafine şekilde uyguladığı ilkelerin yerini keyfiyetin ve dar lobi çıkar gruplarının alması anlamına da gelmektedir.
Bu süreci tarihsel bağlamına oturtmak hususunda Niall Ferguson’un The Great Degeneration-Büyük Yozlaşma adlı eserinde tartıştığı kurumsal çürüme (institutional degeneration) kavramı son derece açıklayıcıdır. Ferguson’a göre Batı’nın üstünlüğünü sağlayan temel sacayaklarını teşkil eden faktörler güçlü kurumlar ve hukukun üstünlüğü iken, bu araçların zamanla işlevsizleşmesi sistemi ayakta tutan medeniyetin temel dinamiklerini içten içe çöküşünü tetiklerler. ABD örneğinde, ticaret savaşları yalnızca yeni bir dış ekonomik politika tercihi olarak değil, aynı zamanda içerideki kurumsal denge-denetim mekanizmalarının zayıflamasının da bir sonucudur. “Liberation Day” tarifeleri, Smoot-Hawley sonrası dönemde olduğu gibi, yalnızca ekonomik kayıplara neden olmamış, aynı zamanda ABD’nin küresel liderliğini meşrulaştıran normatif ve kurumsal zemini de derinden sarsmıştır. Böylece ABD, yalnızca ekonomik olarak değil, kurumsal olarak da küresel sistemin taşıyıcısı olma kapasitesini yitirme noktasına gelmiştir.
- Yeni koruma dalgasının dinamikleri
Liberation day tarifeleri Smooth Hawley’in ötesine tüm dünya ekonomisi çökertme potansiyeline sahip, tehlikeli bir sarmal başlatıyor. Çin, başta dünyanın en büyük ekonomik entegrasyon hareketi RCEP ASEAN, BRICS, Güney Küre, ABD’ye karşı ticari ve finansal karşı bloklar kurmaya, ticari ve ekonomik politikalarda eşgüdüme yönelik ekonomik diplomasi adımları atmaya başlıyor. Dünyanın ekonomik ağırlık merkezi Asya ülkeleri Washington’un irrasyonellik, belirsizlikler ve can alçı risklerle dolu politikalarına karşı birlikte hareket etme sinyalleri vermeye başlıyor. Ekonomistler yeniden sanayileşme (re-industrialization) Çip savaşı, dijital telif duvarları, sübvansiyonlar, gıda zinciri milliyetçiliği v.b yeni cephelerin açılmasından bahsederken kenarda bekletilen önemli silahlardan bir tanesinin de Çin’in elindeki tuttuğu ve her an elden çıkararak ABD Finansal sisteminde deprem yaratma potansiyeli taşıyan hazine bono ve tahvilleri. Kısaca finansal araçlarına korumacılık kör döğüşü içinde silahlaştırılması ihtimali mevcut. Ancak henüz her şey bitmiş değil. Çünkü Trump’ın politikaları bırakın dünya ekonomisini, ABD için bile altı ay sürdürülebilecek önlemler değil. Muhtemelen Trump, kaba tabiriyle tükürdüğünü yalamak zorunda kalacak ya da yarattığı kaos ortamı sebebiyle tahtından inmek zorunda kalacak.
Küresel ekonomik sistemin çözülmesi: ABD liderliğinin çöküşü ve artan dünya savaşı riski
2000’li yıllardan itibaren ABD’nin sadece kendi egoist çıkarlarına odaklanarak çok taraflı sistem dışında hareket etmesi ve tek taraflılaşması (unilateralization), küresel sistemin kurucu ve sürdürücüsü kimliğinden hızla uzaklaşması, aynı zamanda kendi meşruiyet zeminini de aşındırmıştır. 1999 Seattle ve 2003 Cancun Dünya Ticaret Örgütü Bakanlar Konferansları’nın başarısızlığa uğraması, gelişmekte olan ülkelerin küresel müzakerelerde kendi seslerini daha güçlü şekilde duyurmaya başlamaları ve QUAD Çetesine (ABD, AB, Japonya, Kanada) direnmeye başlamasıyla birlikte küresel güç dengelerinde ciddi bir sarsılma tecrübe edilmiştir. Çin’in 2008 finansal krizi sonrası aldığı ekonomik darbeyle ihracatta ABD’yi geride bırakması, ardından dünyanın en büyük ekonomik entegrasyon hareketi olan RCEP’e Çin’in liderlik etmesi ve Washington’un bu sürecin dışında kalması, ABD liderliğindeki erezyonun bariz göstergeleridir. BRICS’in ani ve güçlü yükselişi, küresel ekonomik ağırlık merkezinin kademeli biçimde Asya’ya kayması ve Küresel Güney’in sesinin dünya siyaset ve ekonomisinde daha fazla duyulur hâle gelmesiyle birlikte Washington’un çok taraflı sistemdeki rol ve gücü de dişe dokunur şekilde zayıflamıştır.
Bu kapsamda, aynı zamanda doların egemenliğine karşı alternatif para bloklarının su yüzüne çıkmaya başlaması, SWIFT dışı ödeme sistemlerinin ve finansal altyapıların güçlenmesi de finansal cephedeki ABD gerileyişini berkiten öteki menfi gelişmelerdir. Bretton Woods sonrası kurulan ekonomik düzenin teminatı ve muhafızı rolündeki ABD; artık bu sistemin sürdürücüsü değil, Trump’ın vurduğu son ticaret politikası darbeleriyle birlikte giderek sistemin istikrarını tehdit eden birincil aktör haline gelmiştir. ABD’nin, Çin’in yükselişine karşı vergi Niagara Sendromu tepkisi ve gelişen ekonomiler karşısındaki yapısal tepkiselliği, ABD’yi sadece daha içe kapanık yapmakla kalmamış, ABD gibi bir ekonomik geçmişe ve müktesebata sahip bir süper gücün, belirsizlik ve amatörlüklerle dolu hamlelerle, 250 yıl sonra Hamiltoncu bebek endüstriler tezine (Infant industry), yeniden gelişmekte olan ülke politikalarına soyunması, Washington’un yaklaşımlarına tam bir ‘anakronistik’ bir görünüm kazandırmıştır. Oysa tarihsel iktisadi tecrübeler sistemden dışlanma ya da liderliği kaybetme korkusuyla başvurulan korumacı ve ben merkezci ticaret politikalarının, uzun vadede ne ticaret dengesini sağlayabildiği ne de kaybedilen hegemonik liderliği geri getirebildiğini, aksine tahripkar ve ölümcül dünya savaşlarının ateşleyicisi olduğunu göstermektedir. Kısaca korkunun ecele faydası yoktur.
Amerika’nın düşüşü ve İngiltere’nin gerilemesiyle tarihsel paralellikler
İngiltere’nin I. Dünya Savaşı’yla başlayıp 20. yüzyıl ortalarına kadar süren radikal gerilemesi sözde hegemonyasını ABD’ye devretmesine neden olmuştu. Bu süreçte, İngiltere’nin deniz gücü ve sömürge manda sistemini ABD’nin küresel kontrolüne bırakmıştı. Sterlinin yerini dolara bırakması, ‘Commonwealth Tercihli Ticaret Sisteminin yerini GATT’a devretmesi ve küresel yönetişim liderliğinin ABD’ye geçmesi, İngiltere’den ABD’ye doğru gerçekleşen hegemonik geçişin temel adımlarıydı. Bugün ise benzer bir hegemonik kayma, ABD’nin küresel güçteki gerilemesiyle belirginleşmektedir. 2000’ler sonrası ABD’nin gittikçe tek taraflılaşan politikaları, askeri müdahaleleri ve küresel yönetim gücündeki gerileme, Amerikan hegemonyasın zemin ve meşruiyetini ciddi şekilde zayıflatmıştır. Dünya sahnesinde yeni güç merkezleri, özellikle BRICS ülkeleri, giderek daha etkili hale gelmiş, küresel güç dengeleri her geçen gün zamanın bir fonksiyonu olarak ABD aleyhine ilerlemiştir. Ancak asıl büyük tehlike ticaret savaşları eksenindeki içe kapanmanın sonucu olarak, dünya ekonomisinde büyük daralmalar yaşanması, bunlara bağlı gelişecek siyasi sosyal sonuçlarının ekonomik bloklaşmalarla da tetikleyerek dünyayı nükleer riskleri de beraberinde getirecek bir dünya savaşına evrilme tehlikesidir. Kısaca tüm kusurlarına rağmen maalesef, hukuk ve kurallara dayalı mevcut küresel ekonomi ve ticaret sisteminin çökmekte oluşu, tahripkar bir dünya savaşı, ölümcül felaket senaryolarını gerçekçi hale getirmektedir.
Çöküşün eşiğinde stratejik seçimler
Smoot - Hawley Gümrük Tarifesi’nin 20. yüzyılda yol açtığı yıkım, tarihten her zaman olduğu gibi hemen hiçbir ders almayan insanoğlunun benmerkezci politikaları ekseninde bugün daha küresel, daha kırılgan ve teknolojik olarak öncekilerden çok daha dehşetli sonuçları olacak bir iklimin önünü usulca açarak yeniden sahnelenmektedir. Ancak bu sefer karşı karşıya olunan tehdit, yalnızca ekonomik değil, medeniyet ölçeğinde bir kriz. 21. yüzyılın “Büyük Buhranı”, pazarları, toplumsal yapıları, sınırları ve değer sistemlerini sarsan bir etkiye sahip. Nükleer çağın gölgesinde, ABD hegemonya krizinin, Asya-Pasifik’teki büyük çatışma olasılıklarıyla birleşerek varoluşsal bir mücadeleye dönüşmesi, tarihsel bir dönemeçte yaşadığımızı gösteriyor. Ancak insanlığın önümüzdeki dönemde nelerle, hangi dehşetli ekonomik ve güvenlik senaryolarıyla karşılaşabileceğinin henüz tam farkında olmadığı değerlendirilmektedir. Evet Kurtuluş günü güzel bir metafor ama kimden ve ne zaman!