Ekonomide sürdürülebilir bir büyüme ve kalkınma için kadınların önemi tartışılmaz. Ancak cinsiyete dayalı rol ayrımından kaynaklanan sorunlarla boğuşan kadınlar belli sektör ve mesleklere hapsolabiliyor.
Tarım ve gıda üretimi de kadın emeğinin en yoğun ama en çok görünmez olduğu sektörlerin başında. Erkek egemen bu sektörlerde kadınlar daha çok ücretsiz aile işçisi ve yevmiyeli olarak çalışıyor. TÜİK verilerine göre 2023’ün 4’üncü çeyreğinde tarım sektöründe ücretli ve yevmiyeli çalışan kadın sayısı 225 bin, kendi hesabına çalışan sayısı 264 bin kişi, ücretsiz aile işçisi olan 1 milyon 371 bin, işveren sayısı ise sadece 4 bin kişi. Az da olsa sektörde kadın girişimciler de var.
Biz de onlardan hayvancılık tarafında mücadele veren iki gözü pek kadın girişimciyle konuştuk:
Hesna Funda Baltalı
Baltalı Gıda Kurucusu
Üretici olmaya nasıl karar verdiniz?
Üretici olma yolunda verdiğim karar, bir yaşam biçiminin yansımasıdır. Çünkü dünyada üretmeyen insanların, toplumların yok olacağına inanıyorum. O yüzden kendi inançlarım doğrultusunda zaten çok erken yaşlarda üniversiteyi bitirip iş hayatına başladım ve hep üretime dayalı işler yaptım.
Üretici olarak ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Kadın olmanın getirdiği zorluklar oldu mu?
Bu zorlukları nasıl aştınız?
Üretici olmak dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de oldukça zor bir iş. Çünkü bir çok faktörü bir araya getirerek üretim yapabilirsiniz. Hammadde gibi, birlikte çalıştığınız iş arkadaşları, üretimde çalışan arkadaşlar gibi. Bunlar hepimizin yaşadığı zorluklar. Tabii keçi sütünün zor bulunur olması nedeniyle bir keçi çiftliği kurup daha sonra başka çiftliklerle de iş birliği yaparak hammaddemizi temin etme yolunda ilerledik. Çalışma arkadaşlarımıza da seneler içerisinde eğitim vererek bir yere gelmeye, üretici olmanın zorluklarını azimle çok çalışarak aşmaya çalıştık. Kadın olarak zorluklardan bahsettiğimiz zaman ben hep aynı şeyleri tekrar ediyorum; belki ben şanslı bir coğrafyada, şanslı bir yerde ve şanslı bir ailede doğdum. Öyle olunca bizler kadın erkek ayrımcılığı olmadan hayata hazırlandık. Daha sonrada iş hayatında ona göre bir yol çizdik kendimize. Ancak bu demek değil ki iş hayatında kadınlar zorluklar ile karşılaşmıyor.
Bir kadın olarak tarım ve gıda sektörünün geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Bir kadın, bir anne ve bir anneanne olarak tarımın ve gıdanın çok önemli olduğunu biliyorum. Çocuklarımız için, torunlarımız için sağlıklı gıda üretmemizin son derece önemli olduğunun farkındayım. Tabi bunun da ilk başladığı nokta tarım ve hayvancılık. Bu konuya son derece önem veriyorum. Tarım ve gıda işini kadınların önemsediği kadar erkeklerin önemseyeceğini düşünmüyorum. Çünkü içimizdeki bu anaç duygu bize sürekli çocuklarımızı, torunlarımızı iyi besleme, sağlıklı besleme konusunda sorumluluk yüklüyor.
Sizce kadınlar tarım ve gıda sektörüne girmeli mi? Neden?
Tarım ve gıda sektörüne kesinlikle kadınlar girmeli, hatta bu konuda pozitif ayrımcılık olmalı. Erkekler de belli kriterlerden geçirildikten sonra bu sektörlere alınmalı. Çünkü gıda demek; tarım demek, özen demek, sabır demek, dikkat demek, hijyen demek. Daha fazla kadının tarım ve gıda üretiminde yer alması için çok ciddi olarak pozitif yönde desteklenmesi, erkeklerin de belli aşamalardan geçtikten sonra bu sektörlere girmelerinin sağlanması gerektiğini düşünüyorum. Umarım erkek meslektaşlarımızı bu söylemlerimizle karşımıza almıyoruz. Ama herkes annesinden, anneannesinden, eşlerinden, ailesindeki hanımlardan bilirler ki evde yapılan yemekler hep kadınların eliyle çok sağlıklı ve düzgün oluyor.
Kadın girişimcilere ne tavsiye edersiniz?
Kadın girişimcilere en önemli tavsiyem bir şeye girişmeden önce hayatlarında doğru zamanı seçmeleri. Yani yapacağınız işin özel hayatınızdan çocuklarınızdan ya da finansal durumunuzdan bir şeyler götürmemesi çok önemli. Girişim her yaşta yapılabilir. İsterse 80 yaşında da insan bir şey üretebilir. Acele etmeye gerek yok, uygun zamanda yapmak lazım. Onun dışında kendilerine inanmaları yukarıda da söylediğim gibi doğaları gereği olan yeteneklerini iş hayatına dönüştürmelerini sağlayacaktır diye düşünüyorum. Bu konuda yürekli olmalarını tavsiye ediyorum.
Dr. Aslı Elif Tanuğur Samancı
BEE’O Propolis, Kurucu Ortak & CEO
Üretici olmaya nasıl karar verdiniz?
Ben gıda yüksek mühendisi ve ayrıca biyologum, aynı zamanda Türkiye’nin ilk ve tek yerli propolis üreticisi BEE’O’nun kurucularındanım. 1996 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü’nden mezun olduktan sonra 18 yıl boyunca arı ürünleri sektöründe Ar-Ge ve Kalite Direktörlüğü yaptım. Bu süre zarfında arı ürünleri alanında pek çok ulusal ve uluslararası proje gerçekleştirdim. Yüksek lisans öğrenimimi İTÜ Gıda Mühendisliği Bölümü’nde, ikinci yüksek lisansımı ise İTÜ İşletme Fakültesi’nde yaptım. Burada, arı ürünlerinin uluslararası pazarlanması üzerine yoğunlaştım. Düzce Üniversitesi Biyoloji Anabilim Dalı’ndaki doktora tezimin konusu ise arı zehri ve diğer arı ürünleri ile krem formülasyonları geliştirme üzerinedir.
Oğlumun bağışıklık sorununa çare aradığım dönemde propolis ve arı sütü ile tanıştım. Oğlum 11 aylıktan itibaren 2 ayda bir yüksek derecede ateşleniyordu ve sürekli antibiyotik vermek zorunda kalıyorduk. 5 yaşına geldiğinde antibiyotiklerden dolayı çok kötü bir alerji gelişti ve tedavisi de yoktu. Doktor, çocuğumun bağışıklığının aşırı düşük olduğunu söyledi. Bunun üzerine, bilimsel çalışmaları ve tıbbi yayınları araştırmaya başladım. Propolis ve arı sütünün dünyanın her yerinde bağışıklığı doğal yollarla güçlendirmek için kullanıldığını, sık tekrarlayan enfeksiyonlara karşı kullanıldığını gördüm. Ama Türkiye’de üretilmediğini ve Çin’den geldiğini öğrenince öncelikle oğlum için üretmeye karar verdim. 6 ay kendi ürettiğim propolis özütü ve arı sütünü kullandıktan sonra oğlumda ne ateş ne alerji kalmıştı ve bağışıklığı da artmıştı. Bu şifayı görünce tüm annelere ulaştırma hayaliyle yola çıktım. Türkiye’de daha önce üretilmeyen propolisi yine Türkiye’de ilk kez “Sözleşmeli Arıcılık” modeli ile üretmek ve proses yöntemini geliştirerek insan tüketimine uygun hale getirmek için sevgili eşim Ziraat Yüksek Mühendisi Taylan Samancı ve değerli hocam Prof. Dr. Dilek Boyacıoğlu ile 2013 yılında Ar-Ge projesiyle firmamızı İstanbul Teknik Üniversitesi ARI Teknokent’te kurduk. Bugün, Türkiye ve Avrupa’nın en büyük katma değerli Arı Ürünleri Üretim, Ar-Ge ve İnovasyon Merkezi olarak, 10 bin 500 metrekarelik tesisimizde paketlenen katma değerli arı ürünlerini tüm dünyaya ihraç ediyoruz.
Üretici olarak ne gibi zorluklarla karşılaştınız? Kadın olmanın getirdiği zorluklar oldu mu? Bu zorlukları nasıl aştınız?
Türkiye’de kadın girişimcilerin hem teknik hem de ticari açıdan başarılı olabileceğini kanıtlamak zorunda kalmaları gerekiyor. Kadınlar, başarısız olduğunda toplumun gözünde de aile içinde de ikinci bir hak verilmiyor. Erkeklere ise, başarısız da olsalar defalarca yeniden iş kurmaları için hem maddi hem manevi destek veriliyor. Girişimcilikte, “kimse yapmıyorsa bir nedeni vardır sen de yapamazsın” deniliyor. Oysa felsefemiz kimsenin yapamadığını yapmak olmalı. “Kimse yapamıyorsa ben mutlaka yapmalıyım” demeliyiz.
Girişimciliğe adım atarken pek çok insan ticaretin farklı olduğunu ve zorlanabileceğimi söyledi. Kurumsal hayatı bırakıp, her şeye yeniden başlama durumumu eleştirenler oldu. Fakat ben yılmadan, hayalim doğrultusunda ilerlemeye devam ettim. Özel yaşamımda da ailem beni çok destekledi. Yoğun tempoda çalışırken aileden aldığınız destek daha da önemli hale geliyor.
Bir kadın olarak tarım ve gıda sektörünün geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Ülkemiz, birbirinden verimli 7 farklı bölgesi ile hem arı ürünlerinin üretimi bakımından hem de pek çok tarım ürününün üretimi bakımından oldukça kıymetli bir iklim koşullarına ve bitki örtüsüne sahip. Öyle ki, Türkiye, dünyada en büyük üçüncü arıcılık ülkesidir. Çam balı üretiminin yüzde 92’sini karşılayan Muğla dünyada çam balı üretiminde de birinci durumda.
Ancak, tarım ve gıda sektörü, gelecekte daha sürdürülebilir bir dünya için kritik rol oynuyor. Arıcılık faaliyetleri ise bu sektörün kalbidir. Çünkü soframızdaki meyve ve sebzelerin yüzde 80’inden fazlası arıların tozlaşmayla sağladığı katkı sayesinde üretilebilmektedir. Einstein’ın da dediği gibi; arılar yok olursa, insanlığın sadece 4 yıl ömrü kalır. Arılar bu yüzden insanlığın devamlılığının yanında hayatın devamlılığı için çok önemli. Türkiye’de ilk kez uygulamaya geçirdiğimiz “Sözleşmeli Arıcılık” modelinin uygulanarak ülkemizdeki kovan sayısının artması, tarım ve gıda sektörü için çok değerli. BEE’O Propolis olarak, 100 kovanla başlanan bu yolculukta, 5 bin sözleşmeli arıcı ve 550 bin arı kovanımız ile yeni nesillere yaşanabilir bir dünya bırakabilmek bilinciyle, sürdürülebilir arıcılık faaliyetlerine katkı sunmaya devam ediyoruz.
Sizce kadınlar tarım ve gıda sektörüne girmeli mi? Neden?
Tarım ve gıda sektörü kesinlikle kadınların emeğine ihtiyaç duyulan bir alan. Gerek titiz çalışma prensibi olsun gerekse işini en iyi şekilde yapma arzusu olsun, kadınlar, üretimden pazarlamaya tarım ve gıda sektörünün içinde mutlaka yer almalı diye düşünüyorum.
Başarılı kadınlar, tarım ve gıda sektörüne getirecekleri çeşitlilik ve yenilik ile sektörün gelişimine katkı sağlayacak; farklı bakış açılarıyla, yenilikçi yöntemler ve uygulamalar geliştirecekler. Kadınların tarım ve gıda sektörüne katılımı ile toplumsal ve ekonomik kalkınmanın büyük ölçüde destekleneceğini düşünüyorum ve zorluklarla mücadele ederek girişimciliğe adım atan güçlü kadınları destekliyorum.
Kadın girişimcilere ne tavsiye edersiniz?
Girişimciliğe adım atmak isteyen güçlü kadınlara önerim; inovatif bir iş fikriniz varsa, bilginiz ve cesaretiniz varsa her şeyden önce kendinize inanın, arzu edin ve çok çalışın. Gerekli bilgi ve donanıma sahip olduğunuz noktada risk almaktan çekinmeyin. Gerçekten inanarak ve emek harcayarak yaptığınız hiçbir çalışmada başarısız olmanız için bir sebep yok. Yeter ki kadınlar; istesin, araştırsın, çalışsın ve risk almaktan korkmasın.