Giderek daha fazla kırılganlaşan dünyamız üzerinde, sanki üçüncü dünya savaşının hayaleti dolaşıyor. Nükleer savaş da dahil söz konusu olasılık ciddi mahfillerde konuşulur hale geldi. Modern çağımızda böylesine yıkıcı bir küresel çatışma olasılığı düşük zannedilse de ticaret savaşlarının ve büyük güçler arasındaki jeopolitik gerilimlerin tırmanmaya devam etmesi, böyle bir felaketin ihtimal dışı olmadığın göstergesi.
Evet temel neden ABD’nin gerileyen hegemonyası ve yeni güçlerin yükselişi
Küresel güç ve iktidar dengesi hızla değişiyor. Bir zamanlar dünyanın tartışmasız lideri Amerika Birleşik Devletleri, iktisadi ve jeopolitik perspektiften hızlı bir göreceli düşüş yaşıyor. Buna karşılık, Çin ve diğer BRICS ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) hızla yükseliyor, geleneksel Batı hakimiyetine meydan okuyorlar. Bu tektonik iktidarın el değiştirme depremi, ekonomik ve teknolojik rekabet ile jeopolitik ittifakların topyekun yeniden şekillenmesine neden oluyor. Çin’in hızlı ekonomik büyümesi, Kuşak ve Yol Girişimi, Asya, Afrika ve ötesinde etkisini genişletiyor. 2020 de yürürlüğe giren RCEP Anlaşması, Asya Pasifikte Trump’ın TTIP Anlaşmasından çekilmesiyle oluşan boşluğu Çin’in hızla doldurmasıyla sonuçlandı. Rusya, ekonomik yaptırımlara rağmen, Doğu Avrupa ve Orta Doğu’da askeri gücünü berkitmeye devam ediyor. BRICS ülkeleri, IMF ve Dünya Bankası gibi Batı’nın hakimiyetindeki yapılara olan bağımlılıklarını azaltmak için alternatif finansal işbirliklerine gidiyorlar.
Ticaret savaşları: Üçüncü dünya savaşına giden kaldırım taşları
ABD ile Çin arasında başlayan, ABD’nin daha sonra dost düşman herkese karşı genişlettiği ticaret savaşları, ekonomik anlaşmazlıkların siyasi ilişkileri nasıl zorlayabileceğinin en klasik örneği. Organski 1951’de ABD ile Çin arasında yükselen/düşen güç ilişkisi sebebiyle savaş çıkacağını teorize etmiş. ABD-Çin ticaret savaşı, en yalın haliyle gümrük tarifeleri, ambargo/yaptırımlar, kısaca radikal korumacılık önlemleri ile karakterize edilmekte. ABD-Çin tarife çatışmasının tırmanması, küresel ticaretin yavaşlamasına ve topyekun bir ekonomik belirsizliğe çarken, gümrük vergilerinin ötesinde, 5G, yapay zeka, mikro çip sübvansiyonları, kritik hammadde korumacılığı ile yarı iletkenler gibi sektörlerdeki teknolojik üstünlük mücadelesi rekabeti daha da kızıştırdı.
ABD’nin ekonomik stratejileri: Müttefikler ve rakipler
Çin ve diğer BRICS ülkelerinin yükselen ekonomik gücüne cevaben ABD, zaten bozulmakta olan küresel ekonomik sistemi daha da zorlayan ekonomik stratejiler uyguladı. Biden’ın mikroçip sübvansiyon programı sadece Washington’un ana rakibi Çin’i değil, Trump’ın çelik önlemlerinde olduğu gibi yarı iletken endüstri altyapısına sahip, Tayvan, Japonya ve Avrupa’daki müttefiklerini de hedef alıyor. Yerli çip üreticilerine önemli sübvansiyonlar sağlayarak ABD, bu kritik sektörde rekabet gücünü yeniden kazanmayı amaçlıyor. Ancak, bu hamle aynı zamanda küresel yarı iletken tedarik zincirini bozarak, bu bileşenlere bağımlı olan müttefik ülkelerin ekonomilerine de ciddi zarar verip aralarını açabilecek potansiyele sahip.
Ayrıca, ABD’nin Rusya-Almanya petrol ve doğalgaz boru hattının yok edilmesindeki rolü, Avrupa’nın rekabet gücüne büyük zarar verdi. Bu eylem, Rusya’nın Avrupa üzerindeki siyasi ve iktisadi kaldıraçlarını zayıflatmış görünse de, temelde Avrupa’nın enerji maliyetlerin artmasına, ekonomik rekabet gücünün gerilemesine yol açtı. ABD’nin küresel hakimiyetini sürdürmek için yalnızca düşmanlarını değil, müttefiklerinin rekabet gücünü de baltalamaya istekli olduğu görülüyor.
Bretton Woods sisteminin çöküşü ve küresel ekonomik düzenin erozyonu
İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan sözde Amerikan Barışı (Pax Americana), Bretton Woods sistemi (IMF, Dünya Bankası ve GATT/DTÖ sistemi) üzerine kurulmuştu. ABD’nin kendi çıkarlarını koruma saikiyle bu sistemi tahrip etmesi, küresel ekonomik düzeni ve hatta Atlantik Sistemini de zayıflattı, kırılgan hale getirdi. Obama’dan başlayarak Washington’un DTÖ Anlaşmazlıkların Halli Temyiz Organı’na yargıç atamalarını veto etmesi, küresel ticaret sisteminin hukuki temellerini erozyona uğrattı. Bu durum, küresel ticaretteki belirsizlikleri ve anlaşmazlıkları artırarak ekonomik çatışmaların dünya savaşına giden süreci hızlandırmasına yol açtı.
Yüksek mahkeme yargıç atamalarının vetosu: Nükleer savaş riski
Dünya Ticaret Örgütü’nün Anlaşmazlıkların Halli Temyiz Organı’na yüksek mahkeme yargıç atamalarının Obama döneminde vetolanması, küresel ticaret sisteminin hukuki temellerini erozyona uğrattı. Bu durum, küresel ticaretteki belirsizlikleri ve anlaşmazlıkları artırarak ekonomik çatışmaların dünya savaşına giden süreci hızlandırmasına yol açtı. Bu gelişme, nükleer dünya savaşı ve hatta nükleer çatışma riskini artırmış olabilir mi? Bu sorunun cevabı evet olabilir. Zira, küresel ticaret sisteminin hukuki temellerinin zayıflaması, uluslararası anlaşmazlıkların çözüm yollarını kısıtlayarak, askeri müdahalelere zemin hazırlayabilir.
Asya’nın yükselen merkeziliği ve ABD’nin kaderi
Dünya ekonomisinin, küresel değer zinciri, teknolojik yenilikçilik, yapay zeka uyarlamalarının ağırlık merkezi giderek Asya’ya kayıyor. Çin ve diğer Asya ülkeleri, ekonomik büyüme, teknoloji ve ticarette çok daha dinamik olarak ve yüksek hızla ilerliyorlar. Bu durum, sadece ABD’nin değil tüm Batı’nın küresel liderlik rolünü sarsıyor ve Asya’nın merkeziyetini pekiştiriyor. Eski Roma’nın gerileyiş kaderini paylaşan ABD, yeni güçlerin yükselişi karşısında kendi jeopolitik ve ekonomik konumunu korumak için mücadele ediyor, ancak irrasyonel çabaları süreçte küresel düzeni ve bizatihi kendi çıkarlarını daha da kırılgan hale getiriyor.
Ekonomik umutsuzluk: Jeopolitik çatışmalar için temel katalizör
Ticaret savaşları küresel düzeyde, ekonomik istikrarsızlık, toplumsal huzursuzluk ve ülkelerin iç siyasi dengelerini derinden etkiliyor. Tarifeler ve yaptırımlar nedeniyle küresel refah gerilerken, ekonomik durgunluk, işsizlik ve yaşam standartlarında düşüş yaşanmakta. Avrupa’daki son seçimlerde de görüldüğü üzere buna reaksiyon olarak hükümetler dikkati iç sorunlardan başka tarafa çekmek ve popülist kaygılarla askeri saldırgan dış politika seçeneklerine yönelebilirler. Rekabet kaybı duygusu ile ekonomik umutsuzluk, ülkelerin kaynakları ve stratejik avantajları güç kullanarak güvence altına alma dürtülerini ön plana çekecektir. Küresel kaynaklar kıtlaştıkça, enerji, su ve diğer kritik kaynaklar üzerindeki rekabet çatışmaları muhtemelen daha da artacak gibi görünüyor. Örneğin, mevcut kaynak çatışmalarına ilaveten Kuzey Kutbu bölgesi, kullanılmamış petrol ve gaz rezervleriyle birlikte, ABD, Rusya ve Çin gibi ülkeler arasında gelecekteki çatışmalar için ilave potansiyel bir kırılma noktası gibi görünüyor.
Jeopolitik çatışma noktaları: Kırılma noktaları
Daha geniş bir küresel çatışma için kıvılcım olabilecek birkaç jeopolitik çatışma noktası var gibi görünüyor: Ukrayna’da devam eden çatışma ve NATO’nun Ukrayna’ya artan askeri desteği, daha büyük bir Rus tepkisini provoke edebilir ve potansiyel olarak daha fazla NATO ülkesini çatışmaya çekebilir. Güney Çin Denizi ve Tayvan konusunda ABD-Çin gerginliği Çin’in Tayvan’a karşı askeri bir harekâta zorlayabilir. ABD ve müttefiklerini müdahalesini tetikleyebilir ve büyük bir çatışmaya yol açabilir. İlaveten karmaşık ittifaklar ve düşmanlıklarla örülü olan Orta Doğu, kalıcı bir çatışma kaynağı olmaya devam ederken. ABD ve Batı İttifakının eylemleri, başka küresel güçlerin de dahil olacağı daha geniş bir Orta Doğu savaşına dönüşebilir.
Avrasya’nın kalbinde yer alan Türkiye, Rusya ve İran, ABD ve müttefiklerine karşı sert bir direniş gösteriyor. Bu ülkeler, jeopolitik konumları ve stratejik çıkarları nedeniyle ABD’nin hegemonyasına karşı durarak, bölgede güç dengelerini yeniden şekillendiriyorlar. Bu direniş, sadece askeri ve siyasi alanda değil, aynı zamanda ekonomik işbirlikleri ve enerji projeleri ile de kendini gösteriyor. Bu da Avrasya’nın küresel güç mücadelesinde kilit bir bölge haline gelmesine yol açıyor.
Sonuç
ABD’nin giderek azalan rekabet gücü ve düşüşü, uluslararası sahnede daha agresif bir tavır takınmasına yol açıyor. Bu durum, özellikle ticaret savaşlarının başlamasına neden oldu. ABD, ekonomik ve teknolojik üstünlüğünü koruma çabası içinde, Çin gibi yükselen ekonomik güçlere karşı tarifeler ve yaptırımlar gibi ekonomik araçları sıkça kullandı. Ancak, bu tür sert politikalar sadece ekonomik alanda gerilimi artırmakla kalmadı, aynı zamanda jeopolitik gerilimlerin artmasına da zemin hazırladı. Ticaret savaşlarının bir sonucu olarak, uluslararası ilişkilerdeki bu tür gerilimler, bazı bölgelerde sıcak çatışmalara dönüşebilir. Örneğin, Doğu Asya’da Çin’in Güney Çin Denizi’ndeki egemenlik iddiaları ve Tayvan konusu, ABD ile Çin arasında doğrudan bir çatışma riskini artırabilir. Benzer şekilde, Orta Doğu’da İsrail-Filistin çatışmasına ilaveten enerji kaynakları ve stratejik geçiş yolları üzerinde muhtemel oportünist müdahaleler, bölgesel çatışmaların daha da kızışmasına ve doğrudan daha kapsamlı çatışmalara yol açabilir.
ABD ve Batı İttifakı’nın ekonomik rekabet temelli agresif politikaları, dünya genelinde daha fazla güvenlik endişesi yaratırken, aynı zamanda orta vadede müttefikleri arasında da bölünme, küresel istikrar ve barış için ciddi bir tehdit oluşturuyor. İktisadi çıkarlar uğruna pervasızca uygulamaya konulan güvenlikçi politikaların Üçüncü Dünya Savaş çıkarma riski hiç de azımsanmaması gereken bir olasılık olarak ortada duruyor. Özellikle Ukrayna üzerinden Rusya ile girişilen çatışmaların en uç noktaya kadar zorlanması (Brinkmanship) nükleer savaş tehdidini Demokles’in kılıcı gibi tepemizde tutuyor.