Son dönemde TL’nin reel değerine ilişkin yorumların yeniden arttığına şahit oluyoruz. Her ne kadar teknik açıklaması çok daha kapsamlı olsa da reel kur konuşurken aklımıza ilk gelmesi gereken bir para birimi ile ne kadar mal satın alabildiğimiz olmalı. Örneğin 10 lira ile iki yıl evvel iki ekmek alabiliyorsanız ve bugün 10 lira ile sadece bir ekmek almanız mümkünse paranızın değerinin reel olarak düştüğünü söyleyebilirsiniz. Bu elbette en basit anlatım yolu, normalde reel kur hesaplarında temelde enflasyondan arındırmanın yanında ekonomideki verimlilik, maliyet düşüşleri, maliye politikası dış ticaret politikaları gibi pek çok unsur rol oynamakta ve o para biriminin olması gereken gerçek (adil) değer hesabı da bu değişkenlere göre yapılmaya çalışılmakta. Her şeye rağmen herhangi bir ekonomide o ülkeye ait para biriminin olması gereken adil değerinin hesaplanması konuştuğumuz kadar basit bir konu değil. Dış ticaretinize konu olan ülkelerdeki göreli fiyat hareketleri, diğer ekonomilerdeki teknolojik süreçler ve göreli verimlilik artışları gibi faktörler de adil değer (olması gereken değer) hesabında rol oynamakta.
Türkiye özeline bakarsak, çok uzun yıllardır reel kurun ne olduğu, TL’nin adil değeri ve bunun yarattığı rekabet avantaj/dezavantaj üzerine konuşuyoruz. Sanılanın aksine Türkiye’de TL reel bazda değer kaybettikçe değil, değerlendikçe ihracat performansımızın iyileştiğini, belirgin değer kayıplarında ise ihracatımızda çok da iyi performans yakalayamadığımızı veriler ortaya koyuyor. Dolayısıyla TL’deki değer kaybının ihracatımızda ne kadar rekabet avantajı yarattığı sorgulanır nitelikte.
Bunun iki temel sebebi var. Öncelikle verimlilik artışı yakalayamadığınız durumlarda ülke para birimine değer kaybettirerek ihracatta alan kazandığınız ve bunun global trend olduğu dönem uzun yıllar evvelinde kaldı. İkincisi de Türkiye’nin ihracat performansında kur her ne kadar önemli bir faktör olsa da konuştuğumuz kadar ciddi paya sahip değil. Örneğin en önemli ihracat partnerimiz olan Avrupa’nın talebi ihracatımızda çok daha büyük etkiye sahip.
Peki bugün ihracat performansımız neden zayıf?
Bunun birkaç sebebi var. Öncelikle en önemli ihracat partnerimiz olan Avrupa’da durum iyiye gitmiyor. Almanya önderliğinde Avrupa ekonomisinde belirgin bir zayıflama mevcut. Ve bu durum geçici gibi de gözükmüyor daha çok yapısal sebepleri var. Almanya ekonomisinde sanayi çıktısının enerji yoğun olduğu bir büyüme modeli mevcut. Rusya ile yaşanan gerginlik de bu süreçte Almanya ekonomisini vuruyor. Yıllar evvel nükleer enerjiye karşı çıkmış olmaları ve bugün kömür gibi diğer kaynaklara dönemeyişleri de bu süreci zora sokuyor. Var olan politik yapı da (koalisyon) herhangi bir reform adımı atmaya izin vermiyor. Özetle Almanya imalat sanayinin düzlüğe çıkması kısa vadede çok da olası değil. Bu da zamanında ihracatında bölgesel çeşitlenmeyi yapamamış olan Türkiye’nin ihracatını birebir olumsuz etkiliyor.
jiye ve verimliliğe dayalı katma değeri daha yüksek bir üretim yapısına geçememiş olmamızla ilgili. Bu da bugün maliyet tarafını zorlaştıran bir süreç haline gelmiş durumda. Diğer bir konu da markalaşma anlamında dünyaya çok da fazla ürün sunamayışımız. Tüm bunlara son yıllarda ihracat finansmanına dair attığımız hatalı adımlar da eklenince (ki şimdi bunları düzeltmeye dair pek çok adım atılsa dahi) geldiğimiz nokta da ihracatımızın son bir yıldır yerinde saydığını görmekteyiz. Oysa ki reel kura baktığımızda son bir yılda TL’nin en değersiz olduğu süreci de geride bırakmışız. Özetle son 6-7 yılı global ekonomiden pay alma anlamında kaybettiğimizi söyleyebiliriz.
Bugüne bakacak olursak TL’nin son 10 yılda baskı altında kaldığı süreç geride mi kalıyor sorusu gündeme geliyor.
Bunun temel sebebi de ekonomi politikalarında son dönemde yaptığımız olumlu u-dönüşü ve özellikle para politikasında doğru adımlar atmaya başlamamızla ilgili. Türkiye potansiyeli çok yüksek bir ekonomi. Ekonomideki aktörlerin (reel kesim, hane halkı, bankalar) bilançoları da oldukça esnek. Dolayısıyla doğru adımlar attığı dönemde TL’de reel değerlenme zaten kaçınılmaz oluyor çünkü içeriye sermaye girmeye başlıyor. Önümüzdeki kısa vadede TL’de reel değerlenme muhtemelen olacaktır fakat bundan da öte, eğer ki içine girdiğimiz süreçte attığımız doğru adımlara ve enflasyonla mücadeleye kararlı şekilde devam edersek TL’de geçtiğimiz son 10 yıldaki ana trendin değiştiğini ve nominal değerlenme görme ihtimalimizin dahi doğmuş olduğunu konuşmaya başlayabiliriz. Bunun aynı zamanda enflasyonla mücadeleyi de kolaylaştıracağını unutmayalım.