Türk lirası (TL), uygulanan doğru para politikası ve Türkiye ekonomisine dair artan yatırımcı güveni sayesinde bir süredir yataya yakın bir seyir izliyor. Bu durum, tüketiciler için ve fiyat istikrarına ulaşma yolunda sevindirici bir gelişme olsa da, ihracatçılar isyanda! Kur artmayınca, yüksek enflasyon ortamında artan maliyetlerinin uluslararası pazarlarda daha yüksek fiyat vermelerini zorunlu hale getirdiğini, bunun da rekabetçiliklerini önemli ölçüde düşürdüğünü söylüyorlar. Bir grup ekonomist de bu şikayeti haklı buluyor. Haklılar mı? TL aşırı değerli hale geldi mi gerçekten? Ekonomi yönetimi bu konuda ne yapmalı?
Bu soruların cevabını arayacağımız yerlerin başında TL’nin reel değeri geliyor. TCMB’nin hesaplayıp yayımladığı Reel Efektif Döviz Kuru (REDK), Türkiye’nin ve ticaret ortaklarının tüketici enflasyonlarından arındırarak TL’nin reel değerini göstermekte. Reel kurun yükselmesi, TL’nin reel olarak daha değerli hale geldiği, (ticaret bariyerlerinde ve ekonomik verimlilikte yapısal bir değişim olmadığı varsayımıyla) rekabet gücünün azaldığı anlamına gelmekte. REDK’ye göre TL’nin reel değeri son iki yıldır dalgalanmakta olsa da aslında yataya yakın bir seyir izlemiş ve geçmiş ortalamasının da çok altında (Grafik 1).
Şimdi gelelim o kritik ve “can sıkıcı” soruya: Bu verinin hesaplanmasında kullanılan Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE), Türkiye’deki gerçek fiyat seviyesini yansıtmıyor olabilir mi? Birkaç yıldır var olan bu husustaki yaygın ve ciddi şüpheler, TÜFE’yi oluşturan madde fiyatları verisinin yayımlanmamaya başlamasıyla güçlendi. TÜFE’nin, uzun yıllar birlikte hareket ettiği yurt içi üretici fiyat endeksi (Yİ-ÜFE), İTO’nun yayımladığı İstanbul fiyat endeksi ve Türk-İş’in yayımladığı yoksulluk endeksinden 2021 yılı ile birlikte belirgin biçimde ayrışmasına bir açıklama getirilememiş olması da not edilmeli (Grafik 2).
Nitekim, alternatif endeksleri baz alarak oluşturduğum reel kur, TÜFE’nin çizdiğinden çok daha farklı bir resim çıkarıyor karşımıza (Grafik 3). Buna göre, TL 2022 yılının başından beri reel olarak değerlenmekte ve hatta Yİ-ÜFE ve Türk-İş endeksleri bazlı reel kur on yıl öncesini yakalamış durumda. On yıl önce, Türkiye’nin kredi notunun çok daha yüksek, likiditenin bol, yatırımcı ilgisinin çok daha yüksek, yapısal sorunların ciddiyetinin çok daha düşük olduğunu da özellikle belirtmek isterim.
TL’deki güçlü değerlenme eğilimini en çarpıcı göstergesi ise, bence, restoran zinciri McDonald’s’ın sattığı Big Mac hamburgerinin Türkiye’deki fiyatının seyri. (“Nereden çıktı şimdi bu” demeyin, Big Mac endeksi 1986 yılında The Economist dergisinin, para birimlerinin değerlerini karşılaştırmak için kullanmaya başladığı, dünyada sıklıkla başvurulan bir göstergedir.). Big Mac’in Türkiye’deki dolar cinsi fiyatı son yıllarda hızla artarak dünya ortalamasının ciddi oranda üzerine çıkmış durumda (Grafik 4).
Sadece bunlar mı? Yüksek faize ve iktisadi faaliyetteki yavaşlama eğilimine rağmen, tüketim malı ithalatının ve yurt dışı seyahat harcamalarının geçmişte görülmemiş seviyelerde gücünü koruyor olması da TL’nin aşırı değerli olduğunu fısıldıyor bize.
Yukarıda bahsettiğim göstergeler, TL’nin reel olarak oldukça değerli hale geldiğini işaret ediyor. Ancak bu durumun Türkiye ekonomisinde dengelerin sağlanması ve enflasyonun kontrol altına alınması için bir gereklilik olduğunu düşünüyorum. Ekonomi yönetimi, birikmiş döviz ve kur korumalı mevduatları eritme, yabancı sermayeyi çekerek döviz rezervlerini riskli seviyelerin üzerine çıkarma ve kontrolden çıkmış beklentileri ve fiyatlama davranışlarını normalleştirme hedeflerine aynı anda ilerlemek zorunda. Bu yolda hiçbir esneklik alanı yok. Bunun için de birinci gereklilik -hatta olmazsa olmaz- kurda istikrar. Bu sebeple kur üzerindeki sıkı kontrol ve ihracatçılar için zorlu koşullar bir süre daha devam edecek gibi görünüyor.