“Olur mu hiç” demeyin; kredi derecelendirme kuruluşları (KDK’lar) ile aramda duygusal bir bağ var. 2012 yılında, Merkez Bankasında genç ama hevesli bir ekonomist iken, yatırım yapılabilir seviyede kredi notuna erişmenin ülke ekonomileri ve finansal piyasaları üzerindeki etkilerini inceleyen bir makale yazmıştım, Yasemin Barlas ile. Bildiğim kadarıyla, cevap vermeye çalıştığı soru itibarıyla bir ilkti. 2013 yılında Türkiye’nin kredi notunun yatırım yapılabilir seviyeye ulaşması öncesinde ve sonrasında çok popüler hale geldi bu makale; birçok yorum, rapor ve analize referans oldu, beni İstanbul’daki finans dünyası ile tanıştırdı, meslek hayatımın önemli bir dönüm noktasını işaretledi. Bu yüzden, futbolun asla sadece futbol olmadığı gibi, kredi notu da asla sadece kredi notu değildir benim için. Geçtiğimiz hafta S&P’nin Türkiye’nin notunu B’den B+’ya çıkarmasının asla sadece bir not artışı olmadığı gibi...
Bir ülkenin kredi notu, o ülkenin döviz cinsi borcunu ödeme kapasitesini ölçer ve genel olarak ülke riskinin bir göstergesi olarak kabul edilir. Bu sebeple, kredi notunun artmasıyla o ülkeye dair risk algılamasının iyileşmesi, Şekil 1’de görüldüğü gibi portföy, (uzun vadede) doğrudan yatırım ve kredi kanallarından yabancı sermaye girişlerinin artması, bunların hem vadesinin daha uzun, hem de maliyetinin daha düşük olması beklenir.
Peki, gerçekte böyle mi oluyor? Not artırımı ile bir şeylerin değişmesini beklemeli miyiz? Dünyanın çok daha “büyük”, bilgiye erişimin kısıtlı ve zor, güvenilir risk analizi yapmanın güç olduğu eski zamanlarda olsaydık, cevabım “evet” olurdu. O dönemlerde, KDK’lar bir nevi kredi expertizi görevi ifa etmekte, bir ülkenin ya da finansal enstrümanın riskini sizin için ölçmekteydi.
Bugün ise, ne akademi ne de piyasa yukarıdaki soruya tek bir cevap üzerinde uzlaşabilmiş değil. Benim görüşüm, kredi notu değişimleri hala anlam ifade etmekle birlikte, finansal piyasalar üzerindeki etkilerinin çok önemli oranda düştüğü yönünde. Bilgiye, teknolojiye ve en gelişmiş risk analiz tekniklerine erişimin çok kolay hale gelmesi, piyasanın farklı risk algı ve tanımları ile finansal kurumların artan analiz kapasiteleri KDK’lara olan ihtiyacı azalttı. Buna ek olarak, geçmiş ülke krizlerini, özellikle de 2008’de patlayan borç krizini öngörememeleri, risksiz olarak tanımladıkları tahvillerin bu krizle bir anda çöp olması, en yüksek notu verdikleri şirketlerin bir günde iflas etmesi, KDK’lara olan güveni aşındırdı. Uyguladıkları yöntemler sorgulanırken, döngüsellik, taraflılık, not değişimlerinde geç kalma, piyasaya yön göstermek yerine onu takip etme gibi konularda eleştirildiler.
Ancak, ülkeler için “yatırım yapılabilir seviyedeki” ( S&P ve Moody’s skalasında BBB- ve üzeri notlar) kredi notuna sahip olmak hala çok önemli. Zira, birçok finansal kuruluş, mevzuatları gereği, sadece yatırım yapılabilir kredi notuna sahip ülkelere yatırım yapabiliyorlar. Bu seviyeye çıkan ülke, bu tip yatırımcılar için alternatif haline geliyor, yatırımcı havuzu genişliyor. Bu konuda kapsamlı bir analizi ‘Eşiği Aşınca: Kredi Notunun Yatırım Yapılabilir Seviyeye Yükselmesinin Etkileri’ isimli makalemde bulabilirsiniz.
Türkiye’ye dönecek olursak… Son not artışları finansal piyasalarda önceden fiyatlanmıştı. Yani KDK’ların yine piyasayı takip ettiğini söyleyebiliriz. Aslına bakarsanız, Türkiye’nin CDS seviyesinin 300 baz puanın altına düşmesi, piyasanın sadece geçen haftakini değil, gelecekteki birkaç not artışını da fiyatlamaya başlamış olabileceğine işaret ediyor. Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi Hakan Kara’dan aldığım Grafik 1 gerçekten dikkat çekici.
Türkiye’nin özgün durumundan ötürü, kredi not artışlarının etki ettiği ve Şekil 1’de Kamu Özel Banka Dışı Kesim Yurtiçi göstermediğim başka bir kanal daha var aslında: “Psikolojik kanal”. Küresel ekonomi teorisine, deneyimlerine ve pratiklerine meydan okuyan politikalar ile küresel sermaye sisteminden kopma noktasına gelmişti Türkiye ekonomisi, yatırımcıların radarından çıkmıştı. Son not artışları, kötüye gidişin yerini iyiye bıraktığını, yapısal sorunlarımız tüm ağırlığıyla yerlerinde dursalar da uygulanan politikaların küresel prensiplerle uyumlandığını işaret etmekte. Uygulanan politikalara güveni artıracak, uygulayanlara özgüven verecek, politik alanda ellerini güçlendirecek, Türkiye’yi çoktan “defterden silmiş” birçok yabancı yatırımcının aklına tekrar Türkiye’yi sokabilecek, kesif karamsarlığın tedirgin iyimserliğe dönmesi sürecini besleyebilecek bir gelişme bu. Not artışı ve bunun devam etme ihtimali, etkisini belki de en çok “psikolojik kanal” üzerinden gösterecek.
Önümüzdeki dönemde kredi notumuzun seyrini belirleyecek üç kilit değişken var: Kamu harcamaları, rezerv seviyesi ve enflasyonun düşüş hızı. Kamu harcamalarında ve bütçe açığında belirgin bir düşüşün beraberinde yeni bir not artışını getirebileceğini düşünüyorum. Kamu dengesindeki düzelmeye, düşen büyüme ile cari açığın daralması ve rezervlerin artmaya devam etmesi eşlik ederse ikinci not artışı da gündeme gelebilir. Bundan ötesi ise, enflasyonu ve cari açığı düşürmeye odaklı piyasa dostu politikaların ne kadar kararlı biçimde sürdürüleceğine bağlı olacak. Yine de, bir zamanlar yükseldiğimiz yatırım yapılabilir seviyedeki kredi notuna ulaşmamız önümüzdeki birkaç yılda pek olası gözükmüyor. Bunun için yeni şeyler söylemek, yapmak lazım. Biri “yapısal reform” mu dedi?