Dünyanın her yerinde hisse senedi yatırımcılarının gözlerini merkez bankalarına çevirdiği döneme geldik. Faiz indirimlerinin eli kulağında. Yeniden gelişmiş ülke ekonomilerinin verileri en ince detayına kadar ele alınıyor. Yüksek faiz ekonomiyi ne kadar yavaşlattı? Bu yavaşlama enflasyonu durdurmaya yaradı mı? Ekonomiler soğurken istihdam piyasasına ne kadar etki etti?
İpuçlarını takip ettiğimiz tüm bu verilerin neticesinde şu an hem gelişmiş, hem de gelişen ülkelerin hisse senetlerini ölçen MSCI Dünya endeksi rekorlara koşuyor. Ama bu endeksi asıl sürükleyen gelişen değil, gelişmiş ülke hisse senetlerinin koşuşu aslında. Gelişen ülke hisse senetleri, tüm bu olan bitenden ayırdığımızda geldiğimiz nokta itibarıyla salgından bu yana ABD hisse senetleriyle kıyasladığımızda en ucuz kaldığı yerde duruyor. Hatta böyle göreceli bir ucuzluk 2006’dan bu ya gelişen ülke hisselerine hiç olmamıştı.
Dolayısıyla bunun sebeplerini yabancı yatırımcı gelişen ülke hissesine yatırım yapar mı tartışması açısından da irdelemekte fayda var. Kârlılık anlamında ya da şirketlerin bilançolarına ilişkin beklentilerine baktığımızda, gelişen ülke şirketlerinde kârlılık revizyonları aslında gelişmiş ülke şirketlerine kıyasla daha agresif. Ancak fiyat performansı görece daha olumlu bu performansı teyit etmiyor. Yani daha yüksek kârlılık beklentileri geliyor. Ancak hisse senedi fiyatlaması bu beklentinin gerisinde kalıyor. Bu nokta daha çok davranışsaldır. Zira ABD’yi bekleyen seçimlerin sonucu izlenecek büyüme politikası ve özellikle de tarife ya da küresel ticarete halel getirecek herhangi bir faktör gelişen ülkeler konusunda yatırımcıları temkinli olmaya çağırıyor diyebiliriz. Bu temkinde ağırlıklı olarak Cumhuriyetçi kanadın seçilme potansiyelinden kaynaklanıyor. Elbette kârlılık revizyonlarına bakarken gelişen ülke para birimlerinin, dolar karşısında bu süreçte değerlendiğini atlamamak gerekiyor. FED’den faiz indirim beklentileri doların, gelişen ülke para birimlerine ortalama da değer kaybettirdiğini gösteriyor. Dolayısıyla gelişen ülke şirketlerinde kârlılık revizyonları; sadece şirketlerin iyi performans gösterme beklentisinden değil, ülkenin para biriminin dolar karşısındaki performansla da ilgili olabilir.
Türkiye için ise durum biraz daha farklı. Mevcut durumda merkez bankasından şahin duruşun devam edeceğine dair sinyaller, hane halkı enflasyon beklentilerinde kırılmanın istendiği gibi olmaması, jeopolitik tansiyonun yüksek olması, başta bizim büyüme beklentilerimiz üzerinde, şirket kârlılıkları açısından ise yavaşlayan talep olarak tezahür ediyor. Dolayısıyla şimdiye kadar belli başlı sektörler üzerinden performans gösteren borsamız dışında, dünyadan ari olarak şirket kârlılıkları üzerinden olumlu bir beklenti ile fiyatlama beklemek pek doğru olmayabilir.
Bizim için hisse senedi fiyatlaması bundan sonraki süreçte küresel konjonktür elverse bile, daha çok kendi politikalarımıza bağlı olacak gibi görünüyor. Tüm şartların küresel ekonomiye yardımcı olacağını varsayalım. ABD seçimleri belirsizliği geçti. Küresel ticaret üzerinde piyasa sarsıcı bir adım gelmiyor, diğer yandan da FED faiz indirimlerine başladı diyelim. Bu durumda yatırımcılar, esen olumlu hava ile gelişen ülkelerin ucuzluğunu değerlendirip yatırım yapabilirler. Dolayısıyla hisse senetleri piyasası açısından özellikle gelişen ülkelerde görece pozitif bir rüzgardan bahsedebiliriz. Türkiye’de ise para politikasındaki sıkılığın, talebi yavaşlatacağı ve şirket kârlılıklarını baskı altına alabileceği varsayımı, bizim bu rüzgardan nema sağlamamızın önüne geçebilir. Nitekim çarpanlar açısından bakıldığında ya da gündemde olan reel olarak Türk Lirası’nın değerli oluşu da bahsettiğim gelişen ülke iskontosundan ayrı bir yerde tutuyor bizi. Şimdilik görünen o ki; gelişen ülkeler için pozitif diyebileceğimiz günler yakın, ancak biz o çemberdeyiz kısmı muğlak görünüyor.