Türkiye büyümesini dış kaynakla sağlayan bir ülke. Yapısal bir dış açığımız var ve büyüme aşamasında bunu finanse edebilecek yeterli iç tasarruf ve kaynağa sahip değiliz.
2018 Ağustos ayında yaşanan kur şoku sırasında TL’nin açığa satışı büyük rol oynamıştı. Bu nedenle 2019 yerel seçimleri öncesinde yurtdışına verilen TL’yi kısıtlayıcı önlemler alındı. Yabancı portföy yöneticilerini kapı dışarı ederken, yurtdışı yerleşiklerin yüzde 28’lerde olan tahvil piyasasındaki payını 0’a indirdik. Hisse senedi piyasasında yüzde 72’leri görmüş olan yabancı payı yüzde 28’lere kadar geriledi.
Bu yatırımcı çıkışlarını Merkez Bankası’nın (TCMB) rezervleri ile finanse ettik. Yaklaşık dört yıl süren bu sürecin ardından yaptığımız denemeyi daha fazla yürütme imkanının kalmadığını kabullendik. Ekonomi yönetimini kredibilitesi yüksek isimlerden oluşan bir takıma devrettik, bilindik yollarla işleri normalleştirme eğilimine girdik.
Ama bu tek başına para politikası değişimi ile olmadı.
Seçimden bu yana Türkiye’nin duruşu değişti. Kabine’nin yapısından, dış politikada atılan adımlara kadar bunun izini her yerde görmek mümkündü.
Türkiye, kendi duruşunu Orta Doğu’da değişen ortama adapte ediyordu. Bölgede müttefiklik ilişkisinin kurgulanabilmesi, batı ittifakının ana duruşuydu.
Suudi Arabistan, İsrail, Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır... Yıllar süren problemleri buzdolabına koyup müzakerelere başlandı. Ekonomik aktivite ve işbirlikleri, karşılıklı verilen sözler ve taahhütlerle “işleri yoluna koyma” politikasına dönüldü.
Tüm bu duruş değişiklikleri, yeni ve kredibilitesi yüksek ekonomi politikası ile birleşince, yeni bir Türkiye ekonomisi algısı yaratma imkânı doğdu.
Bu hikâyeyi uluslararası yatırımcılara anlatma süreci başladı.
Çünkü artık anlatılabilecek bir hikâye vardı. New York, Londra, Paris, Marakeş derken, Asya ile bu tur devam edecek.
Uluslararası yatırımcılar, anlatılanları dinliyor, anlıyor. Türkiye hikâyesinin doğru olduğuna dair geri dönüş de veriyor. Kredi derecelendirme kuruluşları, IMF, Dünya Bankası değerlendirmeleri, bunların yansımaları.
Talihsizlik, Türkiye hikâyesinin parladığı dönemin, yurtdışında dolar faizinin yüzde 5’lere geldiği bir döneme rastlaması. Gelişen ülkelerden fon çıkışının olduğu ortamda, hikâyeniz ne kadar parlak olursa olsun, etkisi sınırlı oluyor. Ekonomi yönetimi tarafından, zaman alacak olsa da kaynak girişi için uygun bir ortam mevcut olarak görülüyordu.
İsrail ile Hamas arasındaki savaş, işte bu nedenle hayatı farklı bir yere taşımış olabilir. Tek korkulan konu, Türkiye hikâyesinin bir yol kazasına uğramasıydı. Savaşın ikincil etkileri, fiyatlama bazlı etkileri yönetilebilir. Ancak algı üzerinde yaratabileceği etki birçok planı değiştirebilir.
Bu sayımızda, bunlar üzerine çalıştık.
Kasım, işletmeler için bütçe ayı. İş dünyasına sorduk. 2024’ü bütçelerken İsrail-Hamas savaşının etkisini hesaplara dahil edecek misiniz?
Yatırım uzmanlarına sorduk. Gelecek yıl öngörülerinize savaş riskini hangi ölçüde dahil ediyorsunuz?
Uluslararası yatırım uzmanlarına danıştık. Emtia ve girdi fiyatları üzerinde, fon akımları üzerinde savaş etkisini ne kadar bekliyorlar?
Çıkan yorumların dikkate değer olduğunu söyleyebilirim.
Bir diğer önemli konumuz, Merkez Bankası’nın iki yıldır çok etkin kullandığı menkul kıymet tesisi uygulamasında gittiği değişiklik.
Bankaların yaklaşık iki yıl süren “menkul kıymet çilesi” yolculuğunu sizler için derledik.
Buna bağlı olarak tahvil piyasasında yaşanan yükseliş de bir diğer önemli konumuz. Tahvil piyasasında yeniden bir getiri eğrisi oluşması, TL enstrüman çeşitliliği açısından önemli.
Ticari kredilerdeki faiz yükselişi etkileri ve şirketlerin yaşadığı sorunlar, geçen sayımızda da işlediğimiz konulardan biriydi. İhracat kredilerinde de maliyetlerin yükselmesinin yansımalarını ayrı bir konu olarak sanayicilerle konuştuk.
Yüksek enflasyon, çalışanların işleri sadakatini zorluyor. Daha işe başlar başlamaz yeni iş arama trendinin yansımaları, sizler için hazırladığımız yeni bir dosya konusu.
Bloomberg Businessweek Türkiye’nin üçüncü sayısında hepinize keyifli okumalar diliyorum.