Gelişmekte olan bir ülkenin hayalleri hep aynıdır. Sürdürülebilir büyüme isterler. Ekonomi hep büyüsün, ama enflasyon çok sıçramasın ister. Enflasyon olmalıdır ama ölçülü olmalıdır ki üretmek anlamlı kalabilsin. Ekonomi büyüsün ki herkese iş imkanı sağlanabilsin.
Ama mükemmel ekonomi diye bir şey yoktur. İyi ekonomi vardır. Dengeyi bulabilmiş bir ekonomi vardır. Ülkenizin bir yerlerinden doğal kaynak fışkırmıyorsa kaynaklarınızı hep dengeli kullanmanız gerekir. Nitekim gelişen ekonomilerde gündem, siyasetten jeopolitik risklere kadar birçok riske karşı gelişmiş ekonomilere nazaran çok daha duyarlıdır. Üzüntülerimiz derin, hasarlarımız kalıcı, sevinçlerimiz ve coşkularımız ise fazla şaşalı olur. İşlerin iyi gittiği zamanlarda, ters ayakta yakalanmazsanız yabancı yatırımcılar coşkularınızı harlayacak rollerde olurlar. Çünkü gelişmiş bir ülkenin tüm dünyanın ilgisini çekecek bambaşka bir icadı yoksa ve bu icatları yıllarca yeniden ve yeniden yapamıyorsa, yüzde 3’lük potansiyel büyümesini yüzde 5’lere çıkarması zordur. Gelişen ekonomiler ise bu fırsatları verir çünkü adı üzerinde gelişen ülkedir. Yani henüz gidecek yolu vardır. Sanayileşme devam eder, kentleşme devam eder, tarım ya da emek yoğun sektörlerden sanayiye ya da hizmet sektörüne bu paralelde geçişler devam eder. Elbette tüm bunların gerçekleşmesi için yatırımların devam etmesi gerekir. Yatırım için ise kaynak ve öngörülebilirlik gerekir. Ancak her şeyden önce plan gerekir.
Bizim ülke olarak yıllardır planımız aynı. Bu hafta açıklanan Orta Vadeli Program’da da her yıl olduğu gibi “sürdürülebilir büyüme” niyetimiz ortaya kondu. “Sürdürülebilir büyüme” kavramı uzun vadede dengeli ve istikrarlı bir büyümenin sağlanması, toplumun genelinde refahın artması, doğal kaynakların israf edilmemesi, toplumsal eşitliğin sağlanması gibi iyi niyetler için kullanılır. Yapılması gerekenler söylerken kolay ama yapması zor, uzun vadeli planlamalar ve yapısal reformlardır. Yaşlanan bir nüfusun ekonomiye katkısını devam ettirmek için emeklilik reformu, bir ülkenin varsa yenilenebilir enerji kaynağını değerlendirmek için örneğin reel sektöre getirebileceği yükümlülükler; yapısal reformlara örnek olarak verilebilir. Kısa vadede belli kesimler için tepki doğuracak şeylerdir aslında yapısal reform dediğimiz. Ancak uzun vadeli bir kalkınma planı için de kaçınılmazdır. Siyasetin baskın olduğu ülkelerde zordur mesela, belli kesimlerde olsa kimse küstürülmek istenmez. O yüzden niyet iyi bile olsa, uygulaması meşakkatlidir.
Türkiye’ye gelince gelişen ülke olmanın gereğiyle büyümeden pek taviz vermeyiz. Yıllardır potansiyel büyüme yüzde 5’tir şeklinde bir söylem var. Bu hafta açıklanan OVP’de de 2024 yılı için yüzde 4, 2025 ve 2026 yılları için ise sırasıyla yüzde 4,5 ve yüzde 5 büyüme hedeflendi. Halbuki yüzde 5 dediğimiz oran; Türkiye’nin mevcuttaki sermaye stoku, sahip olduğu işgücü, demografik öngörüleri, teknolojinin olduğu yerde saymadığı dünyaya anbean uyum sağladığımız bir varsayımla mümkündür. Çünkü potansiyel büyüme dediğimiz kavramda tüm bunların enflasyon baskısı olmadan gerçekleşmesi demektir. OVP’de ise enflasyonun 2024’te yüzde 33, 2025’te yüzde 15,2 ve 2026’da yüzde 8,5’e düşmesi hedefleniyor. Dolayısıyla Türkiye için hâlâ enflasyon ortamında yüzde 5 gibi oranlar telaffuz ettiğimiz için, bizim potansiyel büyüme dediğimiz enflasyonsuz kalıcı, sürdürülebilir büyüme hedefi olan yüzde 5’in niteliğini, kalıcı bir değişimden, dönüşümden ya da reformdan ari bahsetmek biraz zor görünüyor. Biz o yüzde 5 olan potansiyelimizi gelişmiş bir ülke olana kadar sağlamak istiyorsak öncelikle yapısal reform kavramının içini doldurmamız gerekiyor.
Yapısal reformlarda bahsettiğim gibi, kırmadan, dökmeden olabilecek dönüşümler değildir. Bugünün dünyasında, hangi ülkede her an hangi teknolojik gelişmelerin yaşandığını bilmezken, mevcut pazarlarımızı korumakta zorlanabiliriz. Teknolojiyi her saniye takip etmemiz ve geride kalmamamız ise oyun planımızı oluşturmalı.
Bizim ülkemizde enflasyonu düşürmek için yapısal ekonominin yanında bir de sosyoloji bilimine hakim olmak gerektiğini düşünüyorum. Ama bir kalıcılıktan, sürdürülebilirlikten bahsetmek için de hiçbir değişimin acısız olmadığını da unutmamakta fayda var. Yüzde 5 büyümek Türkiye için diğer koşullardan bağımsız olarak mümkün. Diğer koşullardan bağımsız derken, öncelikle mevcut pazarlarımızı aynen koruduğumuz varsayımı altında mümkün. Yapısal reforma ayıracak bir kaynağımız olduğunda ise, daha uzun vadelerde de yüzde 5’lerin Türkiye ekonomisi için mümkün olduğunu, Türkiye’nin bu potansiyele ulaşabilecek gücü olduğunu düşünüyorum.