Kimi ‘ev içi’ işlerde kimi ‘ev eksenli’ işlerde çalışıyor. Kimi doğal olduğu için tükettiğimiz ev salçalarını yapıyor kimi en sevdiğimiz el işi perde ve yastık kılıflarını, üstelik ne iş güvenceleri var ne de sosyal hakları...
Kimi kalp krizi geçirdiğimizde ambulansla gelip ilk müdahaleyi yapıyor kimi de bizleri zorlu ev işlerinden kurtaran çamaşır-bulaşık makinelerini, keyif almak için içtiğimiz kahvenin makinesini...
Kastım, montaj, pres, kaynak, boyahane, bir beyaz eşya ya da döküm fabrikasında aklınıza ne gelirse yaptıklarını anlatıyorlar ama aklınıza ne gelir bilmiyorum... Çünkü ben bu kadınlarla konuşmadan önce bu fabrikalarda, bu alanlarda neler yapılırdı bilmezdim...
Hikayelerini anlatmak üzere yollarımızın kesiştiği onlarca kadından farklı alanlarda yer alan üçünün hikayesini okuyacaksınız...
Üç istihdam alanı
Motor parçalarının birleştirilmesinden tül ve kot temizlemeye, tişörtlere boncuk işlenmesinden erişte kesilmesine pek çok işi yapan çalışanlar adına bilgi veren kendisini öncelikle kurucu üye olarak tanımlayan Gülsüm Nazlıoğlu ev eksenli çalışmadan üç ayrı istihdamı anlamamız gerektiğini anlatıyor: Fason, sipariş ve kendi hesabına çalışma.
Dört kadından biri ev eksenli iş yapıyor... TÜİK’in son verilerine göre, ülkede 42 milyon kadın yaşıyor. Söz konusu kadınların yaklaşık 33 milyonu çalışma çağında kabaca bunların da dörtte biri kadın. Yani yaklaşık 8 milyon kadın ev eksenli işlerde çalışıyor. Ancak evlerde yapılan işlere çocukların da destek olduğu biliniyor. CV’leri yaptıkları salça ya da diktikleri çanta olan bu kadınların birbirlerini tanımaları iş almaları için en büyük gereklilik Nazlıoğlu’na göre.
Fason çalışma, fabrikalardan, işverenlerden aracılar vasıtasıyla alıp evlerde kot temizleme, pul, boncuk işleme, dantel, motor montajı, baharat sarma, tekstil, sayacılık, elektrik kabloları gibi işlerin yapılması.
Sipariş; çevreden alınan dikiş, nakış, dantel, mantı, makarna, sarma, dolma gibi siparişlerin yapılarak müşteriye teslim edilmesi olarak gerçekleşiyor.
Diğer biçimi de şöyle anlatıyor Nazlıoğlu:
“Kendi hesabına ise dantel, dikiş, nakış ya da çeşitli yiyecekleri yapıp hazırlayıp pazarda satıyoruz. Burada önceden belirlenmiş bir alıcı yok. Kimi zaman genellikle elimizde kalan malzemelerden yaptığımız lif, patik, dantel, şal gibi örnekleri tezgâhlarda sergileyip sipariş almaya çalışmamız, kendi hesabına çalışma gibi görünür, ama değil. Zira bunu yaparak biz yine pazara gelenlerden sipariş alır, onu haftaya yapıp getiririz. Üniversite mezunundan ev kadınına, ağırlıklı olarak kadınların çalıştığı işler bunlar. Söz konusu çalışmaların ortak noktası ne gelirin ne de işin güvencesinin olması...
Dağınık olmaları en büyük handikapları ancak on yıllara varan örgütlenme ile bugün Adana’dan Şanlıurfa’ya, Malatya’dan Diyarbakır’a yüzlerce üyeye ulaşan sendika, emeğinin karşılığını alamayan üyeleri için destek veriyor.
Meslek hastalıkları en önemli sorun
“Meslek hastalıkları en önemli sorunlarımızdan biri” diyen Gülsüm Hanım, “Nerede dokuma yapan, nazar boncuğu boyayan birini görsem tanırım. Çünkü beden bütünlükleri bozulur. Bel fıtığı ve görme sorunları en çok rastlanan meslek hastalıkları” diyor.
Gülsüm Nazlıoğlu, söz konusu kararla ülkede çalışma yasalarında bir dizi değişiklik yapılması gerektiğinin altını çiziyor. Öncelikle işyeri tanımının değişmesi gerektiğini belirten Nazlıoğlu, sendikalar yasasının ve barajın kalkması gerektiğini hatırlatıyor. Çünkü tek tek evlerde çalışanların normal işyeri tanımına uyması mümkün değil. Toplu iş sözleşmesi de aynı şekilde. Şimdi acil olarak yapılması gereken tek tek anlaşma, sözleşme yapılmasına olanak tanıyacak düzenlemelerin hayata geçirilmesi...
Güvencesizlik en büyük sorun
Yapılan iş akıl almaz derecede yaygın. Otomotiv, gıda ve tekstil sektörlerinde büyük fabrikaların, şirketlerin verdiği bilgisayar parçalarının ya da motor parçalarının birleştirilmesinden, kilolarca turşu yapılmasına akla gelebilecek onlarca iş yapılıyor. Tül ya da kot temizlemek, metre başı boyama, otomobil farlarının parçalarının birbirine geçirilmesi, boncuklu tişörtler, yapılan kavanoz salçalar, avize parçalarının birleştirilmesi, perde ucu süslemeleri ya da deriden çanta, sandalet yapılması...
Tüm işler yapılırken işverenin ne kira, ne elektrik, ne su ne de çalışanlar için ödediği vergi ve primler var... Çoğu zaman işverenleri bile tanımıyor işi yapanlar... Aracılar, turşu yapılacak sebzeyi, dantel yapılacak ipliği, erişte kesilecek unu, reçel yapılacak meyveyi getiriyor. Belli bir zaman sonra da salçalar, reçeller, erişteler, mantılar, tişörtler ya da üçlü prizler, yıkanmış kotlar, boyanmış nazar boncukları akla gelebilecek envai çeşit ürün alınıp gidiliyor. Ancak tüm bunları yaparken çalışanların ne kendileri için ne onlara yardım eden ama aslında işin bir tamamlayıcısına dönüşmüş çocuklar ve yakınları için ne bir sağlık güvencesi ne de bir sosyal hak var.
İşin zorluğu önemli değil yeter ki hasta yakınları kötü muamele etmesin
Gizem Paçalı
O bir Paramedik resmi adıyla Ambulans ve Acil Tıp Teknikeri... 25 yaşında, kalbinin güzelliği yüzüne yansımış, çocukluğundan beri hayalini kurduğu işi yapıyor: Acil Tıp Teknisyeni... Yaptığı iş yaşam zincirinin anahtarı olarak tanımlanan ve Hastane Öncesi Acil Bakımın en önemli parçasını oluşturuyor. Genellikle kritik durumdaki hastaya ya da yaralıya ilk anda müdahale eden sağlık profesyoneli.
Yaptığı iş gereği çoğu insanın kaldıramayacağı olaylarla karşılaşıyor. İnsanlara yardım ediyor olmak, karşılaşılan işlerin zorluğunu unutturuyor.
Ayakları üstünde durmak bir kadın için en büyük özgürlük
24 saatlik çalışma, asansörsüz beşinci kattan hasta taşımak zorunda kalmak ve hatta hasta yakınlarının kötü muamelesi... Hepsinin üstesinden gelmek mümkün çünkü kendi ayakları üstünde durmak bir kadın için en büyük özgürlük...
Haziran 2019’da okul bitiyor özel bir ambulans şirketinde çalışmaya başlıyor ama özel şirketlerde çalışma koşullarının daha sıkıntılı ve ücretlerin çok daha düşük olduğunu anlatan Gizem Paçalı, 2020 yılının Mart ayında devlete atanıyor.
24 saat çalışıp 72 saat dinleniyor. Ama mesai yapmadığı zaman ücret daha düşük olacağı için genellikle ek mesai yapıyor. Vaka sayısı bulunulan bölgeye göre değişmekle birlikte 24 saat içinde ortalama 18 vakaya gidiliyor.
Elektrik çarpması, kalp krizi, beyin kanaması, trafik kazaları 5-10 dakika içinde yetişilmesi durumunda hasta yada kazazede büyük oranda yapılan müdahale ile hayata tutunuyor.
Vaka ne kadar zor olursa olsun işin kendisinin yormadığını anlatan Gizem Parlayan, kendilerini en fazla zorlayan şeyin hasta yakınları olduğunu söylüyor.
Pandemide kendilerini yere göğe koyamayan hasta yakınlarının pandemi sonrası tavırlarında önemli bir değişim yaşanıyor. Beş katlı, asansörsüz apartmanlarda hastanın taşınmasının genellikle görevliler tarafından yapılması isteniyor. “Benim gücüm yetiyor ama gücü yetmeyecek olanlar da var” diyor Paçalı...
Üç ay bel ağrısı çekenlerin bile ambulans çağırarak hastaneye gitmeye çalıştığını anlatan Gizem Paçalı, madde alımı ve benzer vakalara da genellikle polis eşliğinde gidildiğini söylüyor.
Genellikle zor ve farklı vakalarla sık sık karşılaşmak duygusal olarak biraz sertleştirse de kendilerine büyük bir sabır ve dayanma gücü katıyor.
Kadın olarak zorlandıkları konulardan biri de çocuk bakımı. Uygun koşulları olmayan kadın sağlıkçılar ya bakıcıları güvenmek zorunda kalıyor ya da yüksek bakıcı maliyetleri nedeniyle ücretsiz izin almak durumunda kalıyorlar.
Gelin arabasını kızı sürecek
Derya Yavuz
O bir kaynak ustası... Kaynak ustası ne yapar derseniz, metal fabrikalarında veya benzer işletmelerde metalleri belirlenen ölçülere göre kesiyor, birleştiriyor, tasarlıyor ve uyguluyor... Onun uzmanlaştığı alan havlupan...
Hayatı da yaptığı iş kadar alışılmadık...
Çeşitli zorluklar yaşayan, türlü işler deneyen en sonunda kaynakçılığı meslek edinen Derya Yavuz, bugün geldiği noktada büyük bir fabrikada işçi temsilcisi, 49 yaşında ikinci evliliğini yapacak ve gelin arabasını da kızı kullanacak. Hayat hikayesi ise ilham veren cinsten.
49 yaşında, biri 23 diğeri 16 yaşında iki çocuk sahibi. 12 yıl önce eşinden ayrılmış. En büyük yardımcısı kızı... Kızına annen baban ne yapıyor diye sorduklarında “Babamı bilmiyorum ama annem oksijen kaynakçısı” diyor gururla, onun duyduğu gurur Derya Yavuz’un da gururu oluyor. “Çok çeşitli işlerde, çok farklı koşullarda çalıştım, zor şartlarda hep erkeklerin kaçtığını, kadınların kaldığını gördüm” diyor...
2009 yılında çalışmak üzere iş ararken, İşkur’dan önerilen bir işyerinin yemekhanesindeki işe, “Kocama yemek yapmıyorum. O kadar insana nasıl yapayım” yanıtıyla yeni bir ufuk açıyor... O zaman bir şey öğrenin denip, ihtiyaç duyulan kaynakçılık öneriliyor. Oksijen kaynakçılığı... Radyatör, banyo aksesuarları üretilen bir yerde başlıyor. İşi öğreniyor hem de gecelere kadar çalışıyor ama mesaileri ödenmeyince bir yıl sonra ayrılıyor oradan.
Torbalı’da açılan kültür merkezinde işçi ve işvereni bir araya getiren bir toplantı, konferans düzenlendiğini görüyor. Çeşitli formlar dolduruyor. Kaynakçı olduğunu duyan epey şaşırıyor. Ancak kaynak işinde hep erkekler çalıştığı için kabul görmesi kolay olmuyor. Sonunda bir insan kaynakları yöneticisi, kendi kurumunu ikna ederek işe alınmasını sağlıyor Derya Yavuz’un...
14 Mayıs’ta başlıyor Grup Atlantik’e... 13 yıldır orada çalışıyor. Vardiya var, haftanın beş günü, günde 9 saat çalışıyor. Kaynak işini öğrendikten sonra zor hiçbir yanı olmadığını anlatan Derya Yavuz, işin en güzel yanının, kaynak yaparken gören erkeklerin şaşkınlıkla bakmaları olduğunu belirtiyor...
Bu işte çalışmanın en büyük avantajının maddi bağımlılığını kazanmak olduğunu söylüyor. Çocuklarına rahatlıkla bakabiliyor. Kirasını ödüyor. Kimseye muhtaç olmadan hayatını devam ettiriyor. Farklı bir çevre kazanıyor. En önemlisi köyde kaybolmuş birinden, dünya üzerinde ben de varım noktasına gelmeyi başarıyor.
“Biz kadınlar çok yük alıyoruz sırtımıza. Bir erkek çocuk annesi olarak, oğlumu sorumluluklarını bilen biri olarak yetiştirmeyi çalışıyorum” diyen Derya Yavuz’a göre, çocuklara 10 yaşından sonra sorumluluk almayı öğretmek gerektiğini belirtiyor. Özellikle de erkek çocuklarına kesinlikle sorunlarla baş etmeyi öğretmek gerektiğine inanıyor Derya, ki erkekler, baş edemedikleri, yoluna koyamadıkları bir ilişkide kadınları öldürmesin.